27 Mayıs 2024 Pazartesi

 

ŞİİR MASAL

Derenin ötesinde inci tanem…

Gözlerim arar ama bulamaz,

Onsuz olduğumda nefesi sarar beni,

Onunla olduğumdaysa heyecanı…

Aştı bu bir masal aşkı veya aşkın masalı,

Gelişigüzel bir deryadan bulutların üzerine çıkaran,

Sevginin ve ahengin iç içe olduğu, kimsenin anlamadığı,

İki kişilik bir dünya, öyle bir dünya ki masal ötesi gerçek ötesi bir gerçek…

Candı bu iki canın aynı bedende ruh bulması gibi bir şey,

Birbirisiz olamayan ama beraberde olamayan iki can…

İki körkütük aşk şarabından içmiş can,

İki inat, herkese inat aşka inat,

Derenin ötesinde inci tanem…

Elimi uzatsam o kadar yakın,

Ama hep benden kaçan,

Korkusunu bilirim yanında olursam büyü bozulacak ve

Dünyam yok olacak diye…

Ama değil aşk ellerde yaşanmaz,

Aşk başkasının teninde aranmaz…

Aşk korkutursa insanı aşktır,

Gücü yoksa zaten aşk değildir…

Ve aşk inci tanem…

Derenin ötesinde elini uzatsan alacak kadar yakın,

Ama ne zaman elini uzatacağına bağlı….

                                                                           FİRDEVS SUBAY

25 Mayıs 2024 Cumartesi

GEL KURTAR BENİ

 Seni anlattım mavilere

O gri bulutlar konuştu

Söndürecekmiş içimi


Toprak kokusu gibisin

Biraz rahatlatıyor

Biraz yakıyor


Göçmek istiyorum

Ne yazık ki insan kendini terk edemez

Sen=ben değil miydik

Nasıl oldu da sen terk ettin


Bu yolda beraber yürüyecektik

Çiçekli yol bizimki olacaktı

Ben o çiçek olmayı seçtim

Sen öz


Ben yerimde durup her gün seni bekliyorum

Seviyor sevmiyor olmadan önce

Gel kurtar beni

                                           SELİS TUTAR

23 Mayıs 2024 Perşembe

 GÖNLÜMÜN DERDİ

Ey gönlüm;

Dağları delen bir Ferhat mı isterdin?

Yoksa senin için çöllere düşen bir mecnun...

Ya da seni sonsuz merhametiyle saran

Yaradan'ına kul olmak mı?


İnsanız; belki de hepsini isteriz...

Ama ya birini seç deseler,

Ne isteriz ne isteriz...

                                                             Firdevs Subay

 RÜZGAR GİBİYİM

Kanatların altındaki 

Rüzgar gibiyim

Özgür ve ruhsuz...

Elime almışım sanki insanları

İstediğimde can yakacak kadar acımasız

Bazen de merhametime yakışacak kadar yaşatacak

Ben buyum işte

Bir rüzgar kadar dengesi.

                                                           SELİS TUTAR


İsimsiz şiir

 Soluğumsun çünkü

Senin için nefes alıyorum

İstediğin zaman bitirebilirsin

İstediğin zaman hayatta tutabilirsin


Solumsun çünkü

Orası senin yerin

Solumsun çünkü

Orda gitmen için

Oranın olmaması lazım

Oda imkansız sevdiğim


Sonumsun çünkü

Bir sigara kadar bağımlıyım

Kokuna

Solunum çünkü

Havada senin kokun yok artık


Sonumsun çünkü

Senle başlamasam da hayata

Yaşarken bile öldüren sensin

Sonumsun çünkü

Beni öldürmek sadece sana yeter...   

                                                              SELİS TUTAR

7 Mayıs 2024 Salı

 

AHLAKSAL DEJENERASYON

Günümüz Türkiye’sinde gözlemlediğim şeylerden biride ne yazık ki ahlaksal dejenerasyon. Gerek gençlerin arasında gerek yetişkinlerde artık ahlaki değerlerin fazla itibar görmediğini fark ettim. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Özellikle TV’deki güncel bazı programlar buna şahitlik ediyor. Bir örnek vermek gerekirse. Müge Anlı’nın programına çıkan bir beyefendinin derdi. On dokuz yaşındaki oğlu, ikinci eşiyle kaçmış. Ve adamcağız onların yanında olan kızı almak için gayret ediyordu. Onu o ahlaksal bozukluğun içinde bırakmak istemediğini söyleyerek, geri almak istediğini haykırıyordu.

Bu gidişin sonu nereye varacak bilemiyorum… bu nasıl bir ahlak ve vicdan anlayışıdır. On dokuz yaşındaki çocuğu aşk adı altında kandır ve gizlice kaç. Bir de utanma duyguları yok. Kendilerini; biz birbirimize âşık olduk diye savunuyorlar. Ne günlere kaldık. Bu dejenerasyon nereden kaynaklanıyor bilemiyorum. Aile içi terbiye eksikliği mi? Yoksa eğitim sistemindeki yetersizlik mi? Ya da toplumsal değerlerin medya yoluyla yozlaştırılması mı? Veya hepsi birlikte bir kumpas kurmuş olabilir topluma.

Ahlak; bir toplumun en değerli yapı taşıdır. Bundan dolayı yetkililerin en kısa zamanda bu yozlaşmaya, dejenerasyona bir çare bulmaları gerekli. Öncelikle aile içi terbiye düzeltilmeli ve bana kalırsa aileyi inceleme altına alarak, fertlerini yozlaşmadan korumak amaçlı birtakım seminerler veya eğitimler düzenlenmeli. Daha sonra TV’ler deki ahlakı yozlaştıran diziler, programlar terbiye edilmelidir. Medya; ailenin tarafına geçmeli ve gayri ahlaki senaryoları gündeme getirmemelidir. Çünkü gündem ne kadar bu senaryolarla meşgul edilirse o kadara insanlar bu konuya yönelir. Çocuk, genç veya yetişkin gördüğü dizileri, programları örnek alarak hareket etmektedir. Belki de insanlara medyayı nasıl kullanmaları gerektiği dersi de verilmeli.

Bu söylediklerim birdenbire olacak şeyler değil. Nasıl ki yozlaşma yavaş yavaş geldi; iyileşme de yavaş yavaş gelir eğer iyileştirme çalışması yapılırsa. Bizler insanız. Kusursuz değiliz. Tabi ki hata yapacağız ama değerlerimizi kaybetmek ve onları görmemezlikten gelmek bizi daha kötü durumlara düşürür. Bu yüzden bir an önce yetkililerin bu konularda çalışmaları başlatması gerekiyor.

Tabi bu arada din olgusu da var. Bizim dinimiz çok güzel bir din ve ahlakı en güzel yapılandıran bir olgu. Belki de diyanet işleri başkanlığı da bu iyileştirme çalışmalarına katılıp dejenerasyonun önüne geçmek için çabalamalıdır. Aslında bu durum biraz da dinden uzaklaştığımız için olmuş olabilir. Önceden insanlar dine daha bağlıydı ve ahlak daha düzgündü. Şimdiyse dinden uzaklaştıkça ahlakta yozlaştı maalesef. Dilerim kısa zamanda bu sorunlara bir çözüm bulunur ve ahlaki değerlerimize yeniden kavuşuruz. FİRDEVS SUBAY

 

 

                                         İŞÇİ VE EMEK BAYRAMINIZI KUTLARIM

 Geçen pazartesi, ülkenin gündemini işgal eden haberlerden birini yorumlamak adına kaleme alacağım denemenin konusunu bulmak için, gündeme dönüp bir bakma ihtiyacı hissettim.

Ahıvahı, derdi tasası bulunmayan memleketimin manşetlerinde maalesef dişime göre bir haber yakalayamadım.

_ Şike iddiaları, taraf tutan hakemi, bol küfürlü, kavgalı Futbol dünyası mı?  İlgim yok geç.

_Antalya Huzur evinde silahlı saldırı. Nedense pek şaşırmadım. Ne kadar kolay alıştırıldık. Geç.

_Enflasyon verileri, Emekli maaşları. Bu da yavan.

_Son yedi ayda yirmi yedi bin çoluk çocuk demeden öldüren İsrail’ le ticari ilişkiyi bitirme kararı.  Ben bayağıdır alışverişi bitirmiş olmama rağmen devlet büyüklerimin bu kararı yeni düşünmelerine biraz içerler gibi olsam da bu da değil.

Baktım ülkem güllük gülistanlık, bende geçen haftaya denk gelen 1 Mayıs İşçi ve emekçi bayramını anlatayım dedim naçizane. 1 Mayıs’ın neyinden bahsedeyim diye düşündüm. 

1 Mayıs kavramının ortaya çıkışının 1880’ler de küçücük çocuklar dahil olmak üzere, günde 14-15 saat çalışmak zorunda bırakılan insanların eliyle paralarına para katan zengin şirketlerin ve yancı siyasi gücün emrinde, haklarını arama mücadelesini anlatmayacağım.

Ya da MARX’IN ‘’ Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yoktur. Oysa kazanacakları bir dünya var. Dünyanın bütün işçileri birleşin.’’ Propagandasını kılavuz yapıp, insan sömürüsünün batağında boğulanları da anlatmayacağım.

1 Mayıs 1977 de Taksim meydanında öldürülen faili meçhul 37 canı da yüceltmeyeceğim.

Ülkemizde bu tarihin 1923’ten beri kutlanmasına ve ben 2009 da resmî tatil olarak kabul edilen bugünün 1 günlük bayram edasıyla salınmasına kafayı taktım. 

Yukarıdaki satır başlarını biraz düşündüğümde, İşçi ve emekçi sınıfına lütuftan öte gitmeyen bir gün olarak görmeme sebep oldu. 21. Yüz yıl kölelerine bayram kabul etsinler eğlensinler diyerek ihsan olarak gördükleri bir güncük.

En başından şunu söylemek gerektir ki; Kölelik ve kölecilik bitmemiş! Sadece farklı kılığa bürünmüş, varlığını daha acımasızca tarihten edindikleri bilgilerin kılavuzluğun da sürdürmektedir. Mısır’da piramitleri diken eller, 1880’nin firavunlarının fabrikalarında çoluk çocuk çalıştırılmış, aynı ellerle New York’un gökdelenlerini dikmişlerdir.  Tek fark geçmişte ölülere dikilen anıtlar, şimdinin dünyasında ebedi dünyaları adına dikiliyor. 

Afrika’ dan evcil hayvan gibi toplanan siyah derili insanların yerine bugün güneşin altında eken biçen veya maden aramak için yerin metrelerce altında kömürden, elmastan kararmış suratlara bırakmış durumda. 

On bin TL. maaşla geçinin denen emeklinin tabiri caiz ise iliğini kemiğini kurutmuş bir zümrenin, diktikleri sarayların içinde yaşamaları kölecilik değil de nedir?

 Aynı konuşan ağızlar zulme sesini çıkaran Amerika’da, Avrupa’da Üniversite ve sokaklardaki halkının ağzını kapattığı gibi, Filistinlilerin akrabalarının, kardeş saydıklarının kaygısız umursamaz bırakmadı mı?

 Bir söz vardır. ‘’Ağzına bir parmak bal sürmek’’ 1 MAYIS İŞÇİ VE EMEKÇİ BAYRAMI, Proletarya ağzıyla söyleyeceğim; ‘’ Çok uzatmayın. Yetinin. Bir gün bahşettik size.’’ Diyen burjuvanın sesi değil de nedir?

Her ne kadar kapitalizm kendine karşı yöneltilen her karşı duruşa, sırtını daha bir sağlama alan buluşlarla karşılık veriyor. Her yıl kutlanılan 8 Mart kadınlar gününün 1911 de New York’ta bulunan bir fabrika da ölen 123 kadının ölümüyle sonuçlanan yangının bir yansıması olduğu unutturulmuş. Reklam sektörünün devreye girişi ve kampanyalarla hakların kazanıldığı bu geçmişin mazlum halkların kanlarıyla yazdıkları tarihler, yeniden sermayenin cebini şişiren gelir kapılarına dönüştürülmüş…  Parayı ilah ilan edenler dünyanın sonunu getirene kadar durmayacağa benziyor. Ta ki kendi sonlarını kendileri getirene kadar. Unuttuğumuzu hatırlamaya her yeltenişimizde yapay zekanın oyuncaklarıyla unutturulduğumuz daha önce görülmemiş çağda var oluş sebebimizi dahi unutmuş durumdayız. 

  Hatırlatmakta yarar var.  1 Mayıs’ın önemi; hakların verilmeyip alındığının, işçi sınıfının ellerinin emeğine, baronlar kendi safi hisleriyle bahşetmiş olmadıklarıdır. Emekçi elde edebildiği pek çok hakkını çok bedeller ödeyerek elde etmiş. Evlerine götürebilecek kuru bir ekmeğin hatırına çekmeye zorlandıklarını, sömürülmelerine yeter dedikleri anda, bir günlüğüne bizde varız dedikleri bir günü ne yazık ki yine mücadele ederek elde etmeleri gerekmiştir. 

İçi boşaltılmış bayramlar, günler dünyanın her yerinde hâkim zümrelerin elini kuvvetlendiren, kendilerine yeni kar kapıları ürettikleri yeni icatlar halinde dönüştürülürken; eskinin piramitlerin, sarayların altında yatan köleler, bugün gök delenlerin, Plazaların, AVM’lerin altında olmasa da yanı başında sürünüyor. Bir günlüğüne avluya çıkarılan mahkûmun yürümeyi unutmuş adımlarına, ertesi gün benim cebim için tekrar koş diyen vicdansıza; insafının kuruması dileğiyle… 

 ÖZLEM DURMAZ İŞLEK

  

 

6 Mart 2024 Çarşamba

 


 





ÇIĞLIK-EDVARD MUNCH

İnsan psikolojisini en iyi yansıtan resimlerden biridir “Çığlık” … Resmin önünde; cinsiyeti olmayan bir insan figürünün iki eliyle kulaklarını kapatarak çığlık attığı yüze ifadesi görülür. Ama bu çığlık; sesli midir yoksa içten içe atılan bir çığlık mıdır bilinmez. Figür adeta arkasını dünyaya dönmüştür ve arkasında sakin iki insan ve uzakta durgun bir gemi vardır. Niçin çığlık attığı muamma aslında; ya arkasını döndüğü dünyanın dayanılmazlığına çığlık atıyor veya içindeki boğulma duygusundan kaynaklanan bir çığlık arayışı var.

Biz burada, kendi içsel çıkmazlarından kaynaklanan bir çığlığı baz alalım ve bunu değerlendirelim; resim, insanın canhıraş duygularını yansıtıyor adeta. Ve ressam burada kelimeler yerine figürün duygularını anlatması için renklerle bağdaştırmış. Yani renklerin fenomeniyle çığlık arasında bir bağ kurmuş başka bir deyişle. Köprünün kahverengi ve diğer tonajları dünyayı ifade etmektedir. İnsan, dünyayı bir köprü gibi görür ve o yoldan geçerken pek çok duygu yoğunluğu yaşar. Gökyüzündeki kırmızı, turuncu, sarı tonajları; figürün, kızgınlık, öfke ve cinsel sıkıntılar içerisinde olduğunun bir yansımasıdır. Bu renklerin hepsini toparlarsak; figüre çığlık attıran bu duyguların, renklerle temsil edildiğini açık şekilde anlarız. Denize baktığımızda; bünyesinde tüm karamsarlığı ve umutsuzluğu lacivert, siyah, sarı vb renkleri bünyesinde toplayıp bize yansıttığını fark ederiz. Aynı zamanda kaosu anlatan deniz, sarı ve yeşilin tonuyla birazcık ümitte aralar bize. Ve figürün dünyasında sanki sevgi yoktur. Oysa arkadaki iki adam ve gemi; bu kaosun içinde sakin ve dingindir. Buda bazılarımız çıldırırken bazılarımızın sakin ve vurdumduymaz kalabildiği çok yönlü bir dünyayı vurgular bize…

5 Mart 2024 Salı

 SEÇİM GÜNCESİ

Her zaman olduğu gibi yine bir seçim gündemi ve yine fiyasko. Seçim çalışması mı yapıyorlar yoksa güreş arenası mı belli değil. Tüm partiler birbirini ekarte etmek için ha bire kötülüyor, aşağılıyor, yapmadıkları rezillikleri bırakmıyorlar. Birbirini yıpratıcı demeçler, tartışmalar… Dünyada da seçim oluyor ama bizdeki gibi mi acaba?

Ortalıkta sözler uçuşuyor… Her parti kazanırsa yapacaklarını anlatıyor ve boynundan büyük gerçekleşeceği şüpheli vaatler veriyor. Şahsım adına ben verilen sözlerin yerine getirileceğine inanmıyorum.

Bu çatışmalar, beni, siyasetten soğuttu. Oy kullanasım yok. Bilinçsiz oy kullanma cabası; koyun mantığı, yani baş nereyi emrederse kuyruğu oraya oy atıyor. Bilinçsiz seçmen en iyi seçmedir mantığı.

Peki, ben nasıl bir seçim ve seçmen hayal ediyorum? Her parti, çıksın yapabileceklerini bir mantık çerçevesinde sunsun. Diğer partilere çamur sıçratmasın. Hakaret, aşağılama, saygısızlık söylemlerinde bulunulmasın. Nezaket, saygı, hoşgörü ve anlayış ön planda olsun. Boylarından büyük işler için söz vermesinler. Yaptıkları veya yapacakları çalışmaları halka bir lütuf olarak değil görev olarak yapacaklarına söz versinler. Nasıl seçmen istediğime gelince? Lisede ve üniversitede siyaset dersi verilsin. Halka siyasetle ilgili seminerler düzenlensin. Yani siyaseti adam etsinler.

Buradan ilgililere sesleniyorum; vatanımızı seviyorsanız, yakmayın, yıkmayın doğru ve kaliteli siyaset yapın. Ve halkı siyaset hakkında bilgilendirin. Daha aydınlık bir Türkiye için; hep birlikte el ele…

12 Şubat 2024 Pazartesi

 KISKANÇLIK

Sabah yataktan aceleyle fırladı. Bugün test sonuçlarını açıklayacaktı doktor. Hızla banyoya gitti. Elini yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı, saçlarını taradı… acele ettiği için eli ayağı birbirine karışıyordu. Makyaj yapıp yapmayacağı konusunda kararsız kaldı ama kendi kendine,” iyi hissetmek ve iyi görünmek istiyorum. Ayrıca makyaj bana çok yakışıyor.” Dedi. Gene hızlı hareketlerle makyaja başladı;, rimel, allık ve ruj… işte tamamdı. Bu kadar yeter diye düşünerek banyodan çıktı, gardoraba yöneldi. Ağır makyaj yapmamıştı bundan dolayı spor giyinmeye karar verdi. İşlemeli kotunu ve işlemelerin rengine uygun turuncu kazağını giydi. Çoraplarınıda giyip koridora çıktı, montunu ve botlarını giydi, atkısını doladı, beresini başına geçirdi ve dışarı çıktı.

Otobuslemi gitse taksiylemi karar veremedi bi an. Bugünde kendini çok kararsız hissediyordu zaten. Bir yanı çabucak gitmek istiyor diğer yani ağırdan almak… En iyisi bir an önce sonuca ulaşmaktı ve taksiyle gitmeye karar verdi. Yakındaki bir taksi durağına giderken,” iyiki çocukları anneme bıraktım, yoksa onlarıda götürmek zorunda kalırdım. Babaları şehir dışından dönmüş olsaydı ona birakabilirdim.” Diye düşündü. Durağa varmıştı. Aceleyle taksiye bindi adresi söyledi. Yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra hastaneye varmıştı. Hemen doktorun odasının olduğu kata çıktı. Odanın önü doluydu. Kalabalık bekliyordu ama bu kadar değil… Odanın kapısını çaldı, sekreterden sıra aldı. Odadan çıkınca monitördeki sayıya baktı henüz beşi gösteriyordu. Kendi numarasına baktı yirmi yedi. Daha yirmi iki kişi vardı önünde. Kahvaltı yapmadığını hatırladı. Kantine indi kendisine bir tostla çay alıp boş bir masaya oturup yemeye başladı. Lokmalar ağzında büyüyor boğazından geçmiyor ve çayla yutmaya çalışıyordu. Bu durumunun heyecandan kaynaklandığının farkındaydı. Nihayet zorla son lokmayıda çay yardımıyla yuttuktan sonra yerinden kalktı. Tekrar doktorun odasına yollandı. Monitöre baktı onsekizi gösteriyordu. Dokuz kişi vardı ondan önce. Boş bir sandalye bulup oturdu. Telefonunu çıkartıp annesini arayıp çocukları sordu. Telefonu kapattıktan sonra biraz oyun oynadı, sıkıldı onuda kapattı. “ Yanıma kitap aldım mı?”  diye çantasını yokladı, birkaç broşürden başka bişey bulamadı. Okuduğu kitabı çantaya koymayı unutmuştu. Bir yarım saat kadar bekledikten sonra nihayet adı-soyadı ve numarası monitörde yandı. Telaşla ayağa kalktı,kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Kapıyı çaldı,” girin.” Sözünü duyduktan sonra içeri girdi. Doktor hanım kapının karşısındaki masada, hemşireyse sağdaki masada oturuyorlardı. Doktor,” buyrun Hafize hanım hoşgeldiniz. Lütfen oturun.” Dedi. Hafize, artık bariz şekilde heyecandan titreyen ellerini kontrol etmeye çalışarak oturdu. “ çok heyecanlıyım doktor hanım, lütfen sonucu açıklar mısınız?” Dedi yalvarırcasına. Doktorun yüzü ifadesizdi. Olumlu veya olumsuz hiçbir şey belli etmiyordu. Sakin bir sesle,” hafize hanım, tüm sonuçları topladık. Tahlilleriniz film sonuçlarınız gösteriyorki ikinci evre göğüs kanserisiniz.” Diyerek ağır bir giriş yaptı. Hafize dikkat kesilmiş dinliyor ve sadece arada başını sallıyordu. Doktor,” sizi hemen hastaneye yatıracağız ve tedavinizi başlatacağız korkacak bir şey yok, bu evreden iyileşen pek çok hastam oldu.” Diyerek devam etti. Biraz daha tedavi ve prosedürler hakkında konuşulduktan sonra Hafize kalktı. Gidip eşyalarını alıp hastaneye dönüp yatışını yapmalıydı ayrıca annesine uğramalı durumu izah etmeli ve çocuklara bakması gerektiğini söylemeliydi. Önce eve gitti, eşyalarını hazırladı ve annesine geçti. Annesine durumu sakince açıkladı ve bir ay daha çocuklara bakması gerektiğini açıkladı. Şimdi sıra eşini aramaktaydı. Aslında böyle bir haberi telefonda vermek istemezdi ama durumun aciliyeti bunu mecbur kılıyordu. Eşi her zamanki umursamazlığıyla karşıladı haberi. Nasıl olsa hafta sonu dönecekti o zaman yanına giderdi. Eşinin umursamazlığı bir an yüreğini burktu. Ama silkindi ve,” her zamanki hali, zaten ne kadar hayatımdaki şimdi yanımda olsun.” Diye düşündü.

Eşyalarını alarak annesinden çıktı ve hastaneye gitti. Yatacak hasta bölümüne giderek işlemlerini yaptırdı. İşlemler bittikten sonra bir hemşire yatacağı odayı gösterdi. Odaya gitti, kendisinden başka üç kişi daha vardı. Hepsiyle merhabalaştı ve banyoya girip pijamalarını giyip yatağına uzandı. Biraz sonra doktoru bir hemşireyle geldi ve gereken talimatları verip birazda Hafizeyi rahatlatarak gitti. İlaç serum şeklinde hemen takıldı. Her gün düzenli olarak bir ay boyunca kemoterapi alacaktı. Doktor sonuca göre hareket edecekti. Şimdi ilacında etkisiyle üzerine bir ağırlık gelmiş ve uykuya dalmıştı bile. Gözlerini açtığında ilaç bitmişti. Az sonra hemşire geldi ve serumu çıkardı ve,” bu günlük bu kadar. Şimdi akşam yemeğinizi getireceğiz.” Dedi. Hemşirenin söylediği gibi biraz sonra yemeği geldi. Haşlama köfteli patates, pilav, yoğurt ve meyveden ibaretti. Yemeğini yedi, ilaç onda sersemlik yapmıştı ve hareketleri ağırlaşmıştı. Yemekten sonra kitap okumak istedi ama kendini toplayamadı ve uykuya daldı… Uykuya dalarken son düşündüğü şey,” bugün Çarşamba, demekki hafta sonuna birkaç gün var. Ayhan gelince yanıma gelir nasılsa.”  Ve uykuya daldı.

Yoğun kemoterapi bir ay boyunca sürdü. Bu arada eşi ayhan, çocukları, anne, babasınıda alıp ziyaretine gelmişti. Bu bir kereye mahsustu daha sonraları ayhan gelmemiş sadece çocukları, annesi ve babası gelmişti. Bir ay sonra tahliller yapılmıştı tekrar ve çıkan sonuçlar olumsuzdu. Doktoru ameliyata karar vermişti. Ameliyat olarak tek göğsünü aldırdı ve iki hafta daha hastanede kaldıktan sonra eve çıktı. Annesi, çocukları alıp eve geldi. Hafize, hasretle çocuklarına sarıldı. Onları öptü okşadı. Çok özlemişti. Annesi yemek yaptı ve Ayhanda gelince yemeğe oturdular. Geçirdiği bu süreçte psikolojisi alt üst olmuştu. Özellikle eşinin ilgisizliği onu çok üzmüştü. Normalde ilgisiz ve duyarsız biriydi ama hastalık bu, böyle davranılır mıydı? Kafasına takmamaya karar verdi, şimdilik bu konuyu düşünmeyecekti ama bir çaresini illaki bulacaktı. Önce ,” iyileşip kendime gelmeliyim.” Diye düşündü. Bir iki hafta geçmeden kendini toparladı. Doktorun dediklerini yapıyor aksatmıyordu. İlaçlarını düzenli alıyor, spor yapıyor ve stresten uzak kalmaya çalışıyordu. Bu şekilde altı ay geçti. Kontrol zamanı gelmişti. Hastaneye doktoruna gitti. Tahlillerini yaptırdı, ultrasona ve MR’a girdi. Birkaç gün sonra sonuçlarla beraber doktorun kapısındaydı. Doktor içeri çağırdığında heyecandan titriyordu. Doktorun karşısına oturdu. “ hoş geldiniz Hafize hanım.” Diyerek söze girdi doktor. “Maalesef haberler sıkıntılı… Tahlil ve diğer sonuçlarınıza göre diğer göğsünüzede sıçramış hastalık. Yani bu demek oluyorki tedavi sürecine başlayacağız. Daha önceki gibi önce kemoterapi alacaksınız.” Dedi. Hafize şok olmuştu, ne diyeceğini ne tepki vereceğini bilemedi. Sadece adım adım sonuna yaklaştığını düşündü. Gözlerine yaş hücum etti bir anda. Kendine gelmeye çalışarak,” hiç umut yok mu doktor hanım.” Diye sordu. Doktor,” Allah’tan ümit kesilmez Hafize hanım. Lütfen kendinizi bırakmayın. Güçlü olun.” Dedi. İlk defasında olduğu gibi hazırlıklarını yaptı, çocuklarını annesine bırakıp durumu izah etti. Eşiyle yüz yüze görüşmek yerine telefonla bildirmeyi uygun gördü ve hastaneye gidip yattı. Geçen defa olduğu gibi ilk günden tedavi başladı. Bu defa bir fark vardı. Hastane psikiyatristi psikolojik destek vermiş ve terapinin yanında antidepresan almaya başlamıştı. Zaman zaman anne babası çocukları alıp ziyaretine gelmişti. Bir ay sonunda tahliller temiz çıkmış eve gönderilmişti. Ama o içten içe hissediyordu sona yaklaşmıştı. Bir çare düşünmeliydi. Çocuklarını kime emanet edecekti. Onları sorumsuz bir babayla bırakamazdı. Bir gün yabancı film izliyordu. Filmde hasta olan abla, kocasını ve çocuklarını kız kardeşine emanet ediyordu. Bundan çok etkilendi. Bu bir çözüm olabilirdi belki. Kendiside çocuklarını birine emanet edebilirdi ama bu güvendiği biri olmalıydı. Birkaç gün bu konu üzerine düşündü. Sonunda aklına birisi gelmişti. Manisa’daki teyzesinin kızı Nuriye… Neden olmasın… İyi kızdı Nuriye, hala evlenmemişti ve görünen o ki en uygun aday oydu. Etraflıca bir kere daha düşündü. Evet, en uygun aday oydu. Fakirdiler ama dürüst ve temiz bir hayat sürüyorlardı. Hem Nuriye’nin çok güzel bir karakteri vardı. Mütevazı, dürüst, saygılı, sabırlı, hoşgörülü… çocuklarını emanet edebileceği cinsinden. Kararını vermişti. En kısa zamanda gidip Nuriyeyle yüz yüze görüşmeliydi. Planını yapmıştı iş Nuriyeyi iknaya kalıyordu. Birkaç gün sonra manisadaydı. Gitmeden önce aramış geleceğini bildirmişti. Nuriye ve annesi onu oldukça güzel karşıladılar. Yemekler yenilip çaylar içildikten sonra Hafize, Nuriyeye,” seninle özel konuşabilir miyiz, Nuriyecim?” Dedi. Nuriyenin odasına geçtiler. Hafize, oturduktan sonra tüm yaşadıklarını anlattı ve ölmekte olduğunu, çocuklarını ve eşini yalnız bırakmak istemediğini, bir çözüm bulduğunu söyledi. Nuriye, duyduklarından çok etkilenmiş üzülmüş olsada çözümün kendisiyle ne ilgisi olduğunu düşünerek şaşırdı. Hafize,” Nuriyecim şimdi söyleyeceklerim lütfen aramızda kalsın.” Dedi ve davam etti,” ben ölünce eşim ve çocuklarım yapayalnız ve bakımsız kalacaklar. Bundan dolayı ben ölmeden önce eşimi evlendirmeye karar verdim ve biliyorum sana tuhaf gelecek ama bulduğum aday sensin. Çocuklarıma senden iyi anne, eşimede senden daha iyi bir eş bulamam. Biliyorum çok zor bir karar ama ben ölmeden eşimin yuvasını kurmak istiyorum kabul eder misin? İstersen hemen cevap verme, biraz düşün olur mu?” Nuriye çok şaşırmıştı. Böyle bir teklif beklemiyordu. Ne diyeceğini bilemedi,” nasıl yapabilirim böyle bir şeyi.” Dedi. “Yaparsın” dedi beriki. “Çünkü senden başka kimseye güvenemem. Kendini benim yerime koy. Sen olsan ne yapardın. Sen bana böyle bir teklifle gelseydin, bir ananın son vasiyeti der kabul ederdim.” Diye devam etti. Nuriye,”Peki düşüneceğim.” Dedi. Biraz daha oturup daha detaylı konuyu tartıştıktan sonra salona geçtiler. Nuriye’nin annesi, gitmek isteyen Hafizeye,”Geç oldu kızım. Bu akşam kal, kırma beni.” Deyince hafizede o akşam onlarda kalmaya karar verdi. Biraz daha oturup hoşbeş ettikten sonra yattılar. Ertesi sabah erkenden kalkıp kahvaltılarını yaptılar. Hafize İzmire geri döndü. Şimdilik normal yaşamlarına geri dönmüşlerdi ama Hafize içten içe sabırsızlanıyor ve Nuriyeden haber bekliyordu. Aradan birkaç gün daha geçti Hafize artık Nuriyenin herhangi bir cevap vermek istemediğini düşünmeye başladı. Tam bu düşünceler aklını meşgul ederken telefonu çaldı. Arayan Nuriyeydi. “Merhaba hafize abla, teklifini kabul etmemeye karar verdim.” Deyince hafize çok üzüldü ve tekrar geçen defa söylediklerini tekrar etti ve bu defa adeta yalvardı bunun üzerine Nuriye kararını değiştirdi ve kabul etti.  Hafize bunu duyunca havalara uçtu,” çok teşekkür ederim, pişman olmayacaksın emin ol. Mutluluğunuz için her şeyi yapacağım.” Dedi. Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldı. Kahkahalar atmak istiyordu. Nihayet olmuştu işte. Şimdi iş kocasını ikna etmekteydi. Hemen onu aradı,”Hayatım akşam erken gelir misin seninle önemli bir konu konuşacağım.” Dedi. Telefonu kapattıktan sonra hemen işe girişti. Eşinin en sevdiği yemekleri yaptı. Giyinip süslendi. Çocukları erkenden yatırıp kocasını beklemeye başladı. Zil çaldı. “Nihayet.” Dedi kendi kendine ve kapıyı açtı. Eşini karşıladı, ceketini aldı, ayağına terlik verdi. Ayhan, lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı. Doğrudan hazır olan yemek masasına geçti. Yemekleri görünce gözleri parlayarak,” oo hatun döktürmüşsün.” Dedi buna karşılık Hafize,”Afiyet olsun, hadi gel otur.” Masaya oturup yemeye başladılar. Hafize yerken bu arada konuyu nasıl açacağını düşünüyordu. Hastalığından bahsederek konuya girmeye karar verdi. “ hayatım sana bahsetmek istediğim konu hastalığımla bağlantılı. Biliyorsun çok ciddi bir rahatsızlık geçirdim ama ileriye yönelik düşündüğümde bu hastalığın sonu iyileşmek değil gibime geliyor. Ben ölürsem siz ortada kalacaksınız. Çocuklar sersefil olacak. Bende sizin rahat etmeniz için bir çözüm düşündüm. Ben, seni evlendirmek istiyorum. Yoo öyle hemen kaşlarını çatma canım. Eli yüzü düzgün, hanım hanımcık bir insanla evlensen bu sorun çözülür ve bende huzur içinde ölebilirim.” Deyince kocası,” Ama bunu nasıl yaparım hemde sen henüz sağken.” Diye müdahale etti. Hafize,” Aşkım böylesi daha iyi olur. Hem sana uygun bulduğum kız çok iyi bir insan. Bir tanış lütfen.” Ayhan, ne diyeceğini bilemiyordu. Karısına saygısı vardı ve onu haklıda buluyordu. Sonuçta çocuklar vardı ve onlara nasıl bakacaktı. Hep anneannelerinde kalamazlardı. Bu düşüncelerle,” peki kimmiş bu hanım.” Diye sordu. Hafize,” tanıyorsun zaten teyzemin kızı Nuriye. Hani Manisada oturuyorlar. Babası vefat etmiş annesiyle yaşıyor. İşte o.” Ayhan başını önüne eğdi ve kısık bir sesle,” Peki, görüşelim.” Dedi. Olaylar bu akşamdan sonra hızla gelişmeye başladı. Hafize, Ayhan ve Nuriye toplandılar görüşüp ve konuştular. Hızla alınan bir kararla dini nikahın kıyılmasına ve nuriyenin hafizenin ailesiyle şimdiki yaşadığı eve taşınmasına karar verildi. Hafizede annesine taşınacaktı. Bu evlilik işi hafizenin düşündüğünden kolay olmuştu. Hafize mutluydu ama bir taraftanda buruktu.

Doktor kontrol zamanı gelmişti. Gitti tahlillerini yaptırdı, filmlerini çektirdi ve sonuçlarla beraber doktora gitti. Doktor,” Hafize hanım maalesef diğer memenizide almak zorundayız.” Dedi. Hafize çok üzülmüştü ama bu durumu zaten bekliyordu. Adım adım ölüme giderken genede kocasını ve çocuklarını rahat ettirdiği için mutluydu. Doktora dönüp,” Bu ameliyatı yaptırmayacağım. Ben ölüme hazırım doktor hanım.” Dedi. Bu sözler karşısında doktor ne dese kararından vazgeçmedi. Annesinin evine geri döndü ve annesine hiçbir şey söylemedi. Bu arada Nuriye ve Ayhan birbirlerine iyice alışmışlardı. Hatta birbirlerini sevmeye bile başlamışlardı. Nuriye çocuklarla ve ayhanla çok güzel ilgileniyor, tüm sevgisini onlara veriyordu. Hafize, bu durumu gördükçe doğru bir karar verdiğini anlarken diğer taraftan yüreğini bir kıskançlık sarıyordu. Bu kıskançlığa rağmen mutlu gülümsüyordu. Hayret ettiği şeylerden biride kocası çok değişmiş, Nuriyeyle ve çocuklarla daha fazla ilgilenir olmuştu. Hafizenin hastalığı gittikçe ilerliyordu. Doktorunun ısrarına rağmen tedaviyi ve hastaneye yatmayı kabul etmiyordu. Önceden sık sık kocasının evine giden hafize artık daha seyrek gidiyordu. Kocasını, Nuriyeyle gördükçe kadınlık hisleri harekete geçiyor ve kendi hislerinden korkar hale geliyordu. Bişey belli edebileceği düşüncesiyle onlardan daha da uzaklaştı. Annesinin evinde odasına kapandı. Çıkmaz oldu. Annesi ve diğerleri onun hastalığı yendiğini düşünüyor bu içe kapanışlara bir anlam veremiyordular. Birkaç ay içinde iyice çökmüştü hem hastalığı hem kıskançlık hisleri onu yiyip bitiriyordu. Annesi ne yapacağını bilemiyor o da bir köşede ağlıyordu. Bir gün “ bu son” diye kendine söz vererek, son kez nuriye ve ayhanın evine giderek çocuklarını görmek istedi. Taksiye bindi eski evine gitti. Binbir zorlukla merdivenleri çıktı. Kapıda biraz soluklandı ve bir dakika sonra zili çaldı. Kapıyı Ayhan açmıştı. Hafize, adımını attı ve yere yığıldı. Ayhan telaşla yere çömeldi ve Hafizenin başını kucağına aldı. Hafize, bir an gözlerini açtı ve fısıltıyla” seni çok sevmiştim” dedi. Gözlerini kapattı, başı yana düştü… Artık bu dünyada değildi.

 

DOĞMAMIŞ BEBEĞİME MEKTUPLAR 1

 

         Sevgili bebeğim merhaba, sensiz şu dünyada geçirdiğim günler bana çok zor geliyor. O dünya ki tam bir kaos olmuş ve yaşanmayacak bir virane haline gelmiş. İnsanlarda değerler tükenmiş. Çıkar dünyası haline gelmiş. Emperyalizmin kölesi olmuş. Daha da beteri ahlak bitmiş, namus, dürüstlük bitmiş…

         Söyle bana daha nasıl bu dünyaya getireyim seni. O kadar sorumsuz muyum ben? Veyahut vurdumduymaz? Seni nasıl bu çamurun keşmekeşin içine sokayım? Nasıl büyüteyim? Nasıl güveneyim çevreme ve dünyaya? Görüyorsun ya bir dolu soru var aklımda ve hepside cevapsız. Veya sağlıklı bir cevabı olmayan…

         İnsanlara hayret ediyorum. Ha bire dünyaya çocuk getiriyorlar. Bunuda mutluluklarının tamamlayıcısı olarak görüyorlar. Ama gelen hemen hemen çoğu çocuk öyle değerlerden yoksun ve ahlaktan, karakterden öyle bihaberki. Nasıl bir zihniyet şaşıyorum. Her şey anne babaya bağlı diyorlar. Ebeveyn çocuğunu nasıl yetiştirirse öyle değerlere sahip olur diyorlar. Peki, bunca katil, bunca sapık, bunca hırsız veya dolandırıcı ya da ucube yaşamlara sahip olan diğer insanlar bir annenin babanın çocuğu değil mi? Onlarda bin bir ümitle dünyaya getirilip topluma salınmadı mı? Peki hani anne babanın eğitimi terbiyesi nereye gitti? Eksik olan ne veyahut yanlış olan nedir ki bunca sorunlu insan var bu dünyada kendilerine ve insanlığa zararı olan?

         Küçük meleğim, seni dünyaya getirmek için kendime güvenemiyorum. Ya bu toplum seni kendi keşmekeşine çekerde yutarsa? Nasıl başaracağım bu toplumun etkisinde kalmadan seni yetiştirmeyi? Güzel ahlaklı, kendine ve çevresine faydalı olan bir birey olmanı nasıl sağlayacağım? Seni hep evde ve yanımda tutamam ki. İllaki sosyal hayatın olacak ama nasıl? Başkalarından etkilenmeden nasıl yaşamını sürdürmeyi başaracaksın?

         Ben şanslı bir çocuktum bebeğim. Hep annemle ve babamla büyüdüm ve onlarla yaşadım ömrümce. Çok cesurlardı yaşama karşı. Pek çok çocukları oldu. Nasipten herhalde tüm çocukları da toplumda sağlıklı birey oldular. Oysa annem ve babam standartlarda bile eğitim almış insanlar değillerdi. Benim gibi korkuları yoktu. Ve nasıl yoktu hala şaşarım. Oysa ben ölesiye korkuyorum toplumun hasta halinden ve bu topluma bir çocuk getirmekten.

         Şimdi belki soracaksın bana anneciğim bu kadar korkmana sebep nedir diye? Bunun kesin bir cevabı yok. Biraz kendimi cahil görüyorum, toplumun çirkinliğini görüyorum. Bende anne babamın cahil cesareti yok ne yazık ki… Yoksa hiç çekinmeden önünü arkasını düşünmeden bende dünyaya çocuk getirirdim ve salardım yularını korkmadan çekinmeden. Kendi değerlerimi sana aşılardım ve sende bu dünyaya bir katkı sağlardın. Beklide başka çocukları eğitirdin ve sistemi değiştirebilirdin. Ama heyhat dedim ya bende o cesaret yok sensiz kalma pahasına yaşıyorum işte.

         Bebeğim, gelmeni istesem de bu dünya sorumluluğunu sana yüklemek istemem. Beni affet bu konuda. Sen, ruhlar aleminde beden bekleyen küçüğüm beni affet ne olur. Yapamayacağım bu gaddarlığı, seni dünya canavarının çarklarına bırakmayacağım ve getirmeyeceğim dünyaya. Senin sevginden mahrum kalma pahasına olsa da. Özlemini çeksem de için için. Seninle ilgili düşlerim olsa da yapmayacağım. Düşüncelerimi değiştirecek bir şey yok. Dünyayı değiştirecek gücümde yok. Eğer gücüm olsaydı; önce dünyayı değiştirir sonra seni dünyaya getirirdim.

         Beni anlıyorsun değil mi? Ben istemiyor muyum sanıyorsun? Seni kucağıma alsam; kulağına ninniler söylesem, sana masallar okusam, seninle uçurtmalar uçursam, koşmaca oynasam. Ama heyhat bu güzel hayaller maalesef gerçekleşmeyecek çünkü benim seni bu dünyaya getirme gücüm yok. Korkularımı nasıl yeneceğimi bile bilmiyorum. Çünkü bu konuda eğitimim yok. Daha öce söyledim ya insanlar çok cesur. Cahil cesur olur derler ya gerçekten öyle. Nasıl yapabildiler göze aldılar ve paldır küldür çocuk getirdiler dünyaya. Önünü arkasını düşünmeden… Bu dünya öyle zorba ki hayallerimi bile gerçekleştirmemi istemiyor benden.

 

 YAŞAMIN KIYISI

En mutlu günleriydi, bebekleri doğmuştu… Mini mini bir kız ve mini mini bir erkek. Gerçi biraz erken gelmişlerdi dünyaya ama sağlıklıydılar en azından onlar öyle zannediyorlardı. Taki erkek bebekleri kuvöze alınana kadar. Her şey o zaman başlamıştı. Yaşam boyu onları mücadeleye sürükleyecek bir süreç… bebeklerine Barış ve Damla ismini vermişlerdi. Ama barış tüm yaşamının çilesini yüklenmişti kuvözden hatayla erken çıkarıldığında. Üstelik hatayı yaptıklarını da kabullenmiyorlardı. Doktorlar hatalarını gizliyorlardı. İlk birkaç ay bir şey anlaşılmadı Barışın durumundan ama ilerleyen zamanlarda hareketsiz durağan halleri onları doktora yönlendirmişti. İlk doktora götürdüklerinde “Oğlunuz hiçbir zaman yürüyemeyecek, konuşamayacak, hep böyle kalacak” demişti doktor. Çünkü kuvözden erken alınması beynine yetersiz oksijen gitmesine ve beyin felci geçirmesine neden olmuştu. Geçirdiği beyin felci de; yürümesine, konuşmasına ve bilinç yapısına etki etmişti.

Yılmayıp mücadele ettiler ve başka bir doktorda şanslarını denediler. Denizlideki doktorun yetersiz olduğunu düşündükleri içinde İzmir’de bir doktora getirdiler. İzmir’deki doktor daha umut verici konuşmuştu onlarla. Barış, fizik tedaviyle yürüyebilecek, konuşabilecekti. Bu bilgiler doğrultusunda Barış yoğun bir fizik tedavi ve yüzmeye başladı 1 yaşındayken. Sonuç olumluydu ve devam ettiler. Bu esnada duydukları herhangi bir tedavi şeklini de deniyorlardı. Anne ve baba pes etmeden mücadele etmişlerdi. Oğullarının hayatı daha kolay olsun ve tedavilerini daha iyi yaptırmak için Denizliden İzmir’e taşındılar. Maddi durumları kısıtlı olmasına rağmen her kuruşlarını Barışa harcamışlardı. Denizlideyken, İstanbul’da buldukları bir fizyoterapistle anlaşmışlar ve ayda bir hafta gelip Barışı ve arkadaşlarını çalıştırmasını istemişlerdi. Doktorun parasını ve otel masrafını, engelli aileler birleşerek karşılamışlardı. Bu birkaç yıl devam etti ama zorluklardan dolayı ve İzmir’e taşındıkları için fizyoterapiyi bırakmışlardı. İzmir’de de bir fizyoterapist bulmuş ona başlamışlardı. Ailecek psikolojileri oldukça gergindi ve bu arada damla ismini verdikleri Barışın ikizi, anne babadan yeterince ilgi göremiyordu.

Barış fizyoterapiyle ve yüzmeyle artık ellerini açabiliyor, kendi yemeğini yiyebiliyordu. Büyümüş okul çağına gelmişti. Konuşamayacak dendiği halde gayet güzel konuşabiliyordu. Danışmanlarının önermesiyle bir yıl gecikmeyle Barış ana sınıfına yazıldı. Danışman, “barış kendi yaşıtlarıyla okula gitmeli” demişti çünkü. Resmi kanunda hakkı olduğu halde müdür Barışı ana sınıfına almak istememiş annesi üç gün boyunca mücadele vermişti sonunda müdür pes etti ve,” size bir hafta deneme süresi tanıyorum. Eğer Barış uyum sağlayamazsa onu okula almam” dedi. Bir haftalık denem süresi başarılı geçmişti. Arkadaşları önceleri çekinseler bile yavaş yavaş Barışa alıştılar. Hatta birisi barışın ağzının suyu aktığında ağzını sildi, bir diğeri başka bir ihtiyacını giderdi. Bu arada barış okumayı öğrenmekte gecikmişti ama annesi yılmadı ve on beş gün tatilde kendince geliştirdiği tekniklerle Barışa okuma yazmayı öğretti.

Ailesi, verdiği mücadelenin karşılığını yavaş yavaş alıyordu. Barış, öğretmenlerinin yardımıyla anneler gününde annesine sürpriz yapmıştı. Harıl harıl bir hazırlık aşamasından sonra anneler günü gelmişti ve o gün barışın annesini sınıftan çıkardılar ve Barışın sandalyesini sınıfın ortasına aldılar. Anneyi içeri davet ettiler ve Barış annesine, bir kıtalık şiir okudu, hediyesini verdi. Barışın annesi ümran hanım çok duygulanmıştı. Bunca yıldır verdiği mücadele nihayet meyvelerini vermiş ve oğlu hayata bağlanmıştı. Mutluluk gözyaşları akıttı. Yıllardır üzülerek döktüğü gözyaşlarına artık sevinç gözyaşları da eklenmişti. Oğlu için her şeyden önce sağlık ve mutluluk diliyordu. Yıllarca oğlu için kaygılanmış ve nasıl bir geleceği olacağı konusunda sürekli endişeleri olmuştu. Çünkü kendisi bu dünyadan göçtüğüne oğluna ve kızına daha güzel ve sağlıklı bir yaşam bırakmak istiyordu. Oğlu ona veya yanında ikinci bir kişiye hep muhtaç yaşayacaktı. Bundan dolayı onun engelli durumunu en aza indirgemeye ve yaşamını sağlıklı idame edecek hale getirmeye çalışıyordu. Eşiyle beraber en büyük kaygıları bunlardı. Çünkü biliyorlardı ki bu toplumda engelli bir kişi olarak yaşamak çok zordu. Geleceğe sağlam adımlar. 23 Nisan’da da organizasyona katılmıştı Barış. Arkadaşları çayda çıra oyunu oynayacaklardı ama Barış engelli olduğu için oynayamıyordu. Annesi ona da kıyafet aldı ve Barış 23 Nisan’da şiir okudu. Bu Barışı çok mutlu etmiş ve derslerine dört elle sarılmıştı.

Orta okul ve lise dönemi güzel geçmişti. Başarılı bir öğrenciydi. Ne kadar zor olsa da annesi Ümran Hanım onu okula taşıyordu. Barış büyüdükçe psikolojik sorunları da büyüyordu. Neden kız arkadaşı olmadığını ve neden diğer insanlar gibi olmadığını sorguluyordu. Arada kendisiyle dalga geçip, “elim kimseye değmeden tertemiz gideceğim” diyordu. Barış okul hayatında hep iyi öğretmenlerle karşılaştı ve sağlam dostluklar kurdu. Bu dostlukları hep uzun süreli olacaktı. Toplum içerisinde olmasa bile yakın çevresinden hep destek görüyordu. Ailede, hatta sülalede Barıştan başka engelli yoktu. Ama akrabaları Barışa hep manevi destek olmuşlardı. Müdür ve öğretmenler hep destek olmasına rağmen arada sıkıntıda yaşanmıyor değildi. Barışın, spor, müzik gibi giremediği derslerin zamanında ders alma hakkı vardı ama müdür bunun mümkün olmadığını söylüyordu. Yani Barışın eğitim hakkına kısıtlama getiriyordu. Annesi ve babasının zorlamasıyla bu boş saatlerde ders almaya başladı. Müdür, boş sınıf varken eski kömür odasını boşaltmış ve Barışa ders sınıfı yapmıştı. Annesi ve babası yasal yollarla haklarını arayıp Barış için daha sağlıklı ders ortamı sağlamışlardı.

Lisede bitince Barış kendini boşlukta hissetti bir beş altı ay kadar. Daha sonra halk eğitimde bilgisayarlı muhasebe kursuna başladı. Kurs ikinci katta olduğu için annesi görevliden yardım istemiş ama görevli bunu bir kere yaptıktan sonra artık yapamayacağını belirtince; annesi kurs süresince Barışı sırtında taşıyarak çıkarmaya başlamıştı. Barışın danışmanı, barışın zihinsel bir sorunu olmadığını ve normal herkesin gittiği kurslara gidebileceğini söyleyince farklı farklı kurslara gitmeye başladı. Ama barış iş bulamıyordu. Devlet daireleri ve özel sektörde çalışma hakkı olduğu halde kendine uygun iş bulamıyordu. Ona uygun iş olduğundaysa tecrübe istiyorlardı. Ama Barış, ailesinden aldığı destekle yılmıyor ve çaba gösteriyordu. Bu azimle EKPPS’ye hazırlanmayla başladı. Barış oldukça gururlu bir genç olmuştu ve iş konusunda torpil istemiyordu. Önemli pek çok yerde tanıdığı olmasına rağmen yardım almadan kendisi başarmak istiyordu. Bu arada barışın yürüyebilmesine bir umut doğmuştu, engelliler için özel tasarlanmış bir yürüme aleti almışlardı. Barış onunla yavaş yavaş yürümeye başlamıştı…

 

Bu arada Damla’da kardeşine destek olmaya başlamıştı. Mizaç olarak sakin yaratılışlı bir genç bayan olmuştu. Kardeşinin durumu onu başlarda kıskançlığa sürüklese de zamanla bu durumu aşmış ve ona destek olmaya başlamıştı. Biliyordu ki annesi ve babası öldüğünde Barış ona emanetti. Sadece ikizi değil barış onun canıydı, o olmazsa olmazdı. Ailece pek çok zorluğun üstesinden gelmişlerdi. Hepsi azim ve kararlılıkla motive olmuş ve geleceğe daha sağlam adımlar atarak daha sağlıklı halde hazır hale gelmişlerdi. Verdikleri mücadele oldukça çetin olmasına rağmen artık Barışın yürüyebileceği ümidi onları daha da güçlü kılıyordu. Barış ailesiyle birlikte “geleceğini yarat” mıştı. Bu çabanın çoğu ailesi tarafından yapılmıştı. Onlar olmasa Barış bunu tek başına başaramayacağını biliyordu.


 KAÇIŞ

“Sana bir şey anlatmam gerekli, çok önemli.”

“Sınavalar bittikten sonra anlatırsın.”

“Bu bekleyemez, lütfen beni dinle. Sadece birazcık zamanını alacak o kadar.” Bunları konuşurken yatak odasındaydılar. Esra, heyecanla ev arkadaşının odasına dalmış ve meltemin kendisini dinlemesi için ikna etmeye çalışıyordu. Meltem, sınav haftasında oldukları için ders çalışıyordu ve esranın odaya girmesiyle dikkati dağıldı ve artık uzunca bir süre odaklanamayacağını anlayınca, “tamam”, “hadi anlat bakalım.”dedi. Esra heyecanla yatağın kenarına ilişti ve, “anlatacaklarım sana biraz tuhaf gelebilir ama lütfen dinle beni sonuna kadar, nolur yardımına ihtiyacım var.” Deyince meltem, “hadi yeter uzatma konuya gir. Şimdi dahada merak ettim işte.” Esra heyecanla derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı; “hani seni tanıştırdığım sevgilim varya aslında beni büyü yaparak elde ettiğini düşünüyorum çünkü metafizikle ilgileniyor ve tuhaf şeyler yapıyor.” “Ne gibi şeyler.” Diye sordu meltem… “Hipnoz, telkin, beyin yıkama gibi.” “Nasıl anladın peki.” Diye sordu meltem yeni bir soru yöneltti meltem.” “Çünkü banada hipnoz ve telkin tekniklerini öğretti ve bu yöntemlerle istediğin kişiyi etkin altına alabilirsin dedi. Sende bu konularda bilinçli olduğun için sana anlatmaya karar verdim. Birkaç defa kendi irademin dışında adeta zorlanarak onunla birlikte olduğumu fark ettim.” “Peki tüm bu olanları nasıl anladın, yani yaptıklarını iraden dışı yaptığını?” “Çünkü onunla olurken hiçbir duygu yoğunluğu hissetmedim, fiziksel olarakta hiçbir zevk almadım sadece sanki bir komuta uyar gibi ne istiyorsa onu yaptım.” “Şimdi ne yapmak istiyorsun.” Diye tekrar bir soru yöneltti meltem. Esra, başını elleri arasına aldı ve düşünmeye başladı. Derin bir “off!!!” Çekti ve başını kaldırıp melteme baktı. “Tek umudum sensin, sen bu konulardan anlıyorsun, bana yardım edebilirsin.” Dedi. Meltem, “tamam, bana birkaç gün müsaade et. Sınavlarımız bitsin. Sende otur ders çalış, odaklan, kendini bırakma. Bir çaresine bakarız.” Dedi ve ekledi,” bu arada namazlarını hala kılıyorsun değil mi?” Diye sordu. “Evet.” Dedi esra. “Devam et, ayrıca tesbihlerine ve ayetel kürsüye, felaka, nasa devam et ki üzerindeki hipnozun etkisi kalksın.” Esra, “tamam ablacım çok teşekkür ederim”dedi esra.

İki haftalık vize esnasında çok fazla konuşmadan ders çalıştılar. Bu arada meltem arada dinlenirken metafizik üzerine araştırmalar yapıyor ve esrayı nasıl kurtaracağını düşünüyordu. İki hafta sonra sınavlar bitmişti. Birlikte akşam yemeğine gittiler. Esra, sabırla beklemişti ve artık konuyu açması gerektiğini düşünüyordu. Büyük bir endişeyle söze girdi; “ablacım napıcaz bir çözüm bulabildin mi?” Diye sordu. Meltem, “evet buldum ama biraz daha detaya ihtiyacım var.” Dedi. Esra, “ne bilmek istiyorsun?” Diye sordu. Meltem,” mesela seninle konuşma tarzı, yaklaşımı, mimikleri, jestleri… vs…” dedi. Esra,” bana karşı gayet kibar, nazik, hatta tarzı bana benziyor, şimdi fark ettim sanki mimikleri bile ben..” dedi heyecanla. Meltem,” şimdi bir yere ulaşıyoruz işte.” Deyince esra, “ne demek istedin?” Dedi. Meltem, “bak canım sen kendine hayran bir karaktere sahipsin. Ben bunun uzun süredir farkındayım ve adamda bunu fark etmiş ve seni kopyalayarak, seni kullanmak için bunu kullanmış. Esra bunu duyunca şaşkınlıktan ve hayretten ağzı açık kaldı. “Nasıl ben bunu anlayamadım evet şimdi düşünüyorumda gerçekten beni taklit etmiş. Ben bunu nasıl akıl edemedim. Bu yüzden demekki bana o kadar tanıdık geldi ve kendimi ona karşı yabancı hissetmedim.” Meltem,” anlamana sevindim.” Dedi. Meltem, “Şimdi bu adam ne zaman askerden terhis oluyor?” Dedi. Esra,” haziran ortalarında yani bizim Türkiyeye döneceğimiz sırada.” Dedi. Meltem,” öyleyse işimiz daha kolay.” Dedi ve devam etti,” “ şimdi bak, finallere kadar onu oyalayacaksın, ben bu arada sana bazı şeyler öğreteceğim onları uygulayacaksın. Onun telkinlerini bozup seni etkisinden çıkararak bir daha etkisine girmemeni sağlayacağız. Bu arada ona hiçbir şey belli etmemelisin ki planımız işlesin. Gidiş tarihinide belirleyeceğiz ama ona farklı bir zaman söyleyeceksin. Bu arada senin tekirdağdaki adresini biliyor mu?” Diye sordu. Esra, “ hayır bilmiyor.” Dedi. Bunun üzerine meltem,” bu iyi işte, sen gidince bir daha seni bulamaz.” Dedi. Esra’nın morali yerine gelmişti şimdi iş adamı hazirana kadar oyalamaktı. Daha üç ay vardı. Esra içinden dualar ediyordu oyalayabilmek için.

Meltem, önce esrayı hipnoz ederek adamın yaptığı telkinleri bozdu sonrada bir daha onun etkisi altına girmemesi için yeni telkinleri esranın bilinçaltına yerleştirdi. Birde esraya kendi kendine telkin tekniğini öğreterek işi sağlama aldı. Esra uzun zamandır namaz kılıyordu belkide namazların, zikirlerin ve duaların manevi etkisiyle bir terslik olduğunu fark etmiş ve bilinci açılmıştı. Meltem küçüklüğünden beridir metafiziğe ilgi duyardı. Bu konuda kendini oldukça geliştirmişti; bundandırki esranın durumunu hemen anlamıştı. Şimdi iş sadece bu adamı oyalayacak bir yöntem bulup, Kıbrıstan gidene kadar sabretmekti. Gene meltemin aklına bir fikir gelmişti. Kıbrıs devlet hastanesinde tanıdığı bir doktor vardı. Ona durumu biraz anlattı ve bir jinekoloğa ihtiyacı olduğunu söyledi. Arkadaşı hastanedeki tanıdığı bir jinekoloğa yönlendirdi. Gittiler ve durumu açıkladılar, jinekologda yardımcı olabileceğini söyledi. Esra ertesi gün sevgilisine jinekoloğa gitmesi gerektiğini ve onunda gelmesini istediğini söyledi. Beraber gittiler, önceden konuşulduğu gibi jinekolog esrayı muayene ederken sevgiliside odada bekledi. Sözde muayene bitipte sözde tahlillerin sonuçları gelince doktor ikisinede hitaben,” korkarım kötü haber çocuklar. Esra mikrop kapmışsın tahlillerin, kaşıntın ve bikini bölgendeki kızarıklıklar bunu gösteriyor. Herhalde dışarıdan bir tuvaletten kaptın. Bundan sonra dişarıda tuvalete girme dikkatli ol. Bu arada en az dört ay ilişki yasak çünkü bu bulaşabilen bir mikrop, partnerinede bulaştırabilirsin.” Dedi. Esra sevgilisinin yüzüne bakıyordu be tepki verecek diye. Sevgilisi yüzünü buruşturdu,” ne yapalım, sabredeceğiz artık. Esra iyileşsinde…” dedi. Esra, büyük bir rahatlama hissetti. Doktor son hamlesini yaparak oyunu daha inandırıcı hale getirdi,” ilaçlarını reçete ediyorum. İhmal etme, antibiyotik ve kaşıntı kremi. Tamam mı..?” Deyince esra,” tamam doktor hanım sağolun.” Dedi. Esra ve sevgilisi doktordan çıktıktan sonra eczaneye uğradılar. İlaçları aldılar. İlaçları sevilisiyle almak zorundaydı yoksa şüphelenebilirdi. Beraber biraz daha zaman geçirdiler. Sonra ayrıldılar esra direk eve gitti. Meltem henüz eve gelmemişti… esra yemek yaptı, ortalığı topladı, bir duş aldı ve meltemin birazdan geleceğini düşünerek masaya akşam yemeği hazırlamaya başladı. Biraz sonra kapıda anahtar sesi duydu ve esra heyecanla kapıya koştu. “ başardım, doktora gittim, doktor aynı konuştuğumuz gibi yaptı, ilaçlarıda aldım.” Diyerek kapıyı açıp içeri girmeye çalışan meltemin boynuna atıldı. “ tamam sakin ol bakalım ufaklık. İş şimdi sende. Onunla, daha önceki gibi sık sık buluşup vakit geçireceksin. Bişey anlamaması lazım tamam mı?” Dedi meltem. Esra, “tamam ablacım, senin dediğin gibi yapacağım.” Dedi.

Üç ay boyunca esra sevgilisiyle buluştu. Gezdi dolaştı ama beraber olmadı. Finaller bitti ve Türkiyeye dönüş zamanı geldi. Esra dönüş biletini sabahın erken saatine almıştı. Ama sevgilisine akşamüzeri gideceğini söyledi. Meltemse, bir gün sonrasında dönecekti Türkiyeye. Gitme günü gelmişti. Esra bir gece öncesinden bavulunu hazırlamıştı. Sevgilisiyle vakit geçirmiş ve yarın akşamüzeri buluşmak için sözleşmişlerdi. Ertesi sabah esra erkenden kalktı, kahvaltı yaptı, giyindi, bavulunu aldı ve çıktı. Meltemde onu yolcu etmek için kalkmıştı. Meltem esrayı taksiye kadar geçirdi, uğurladı. “Gidince beni ara olur mu?” Dedi. Esrada,  “tamam ablacım haberdar ederim”dedi. Esra yola koyuldu, meltemde yatağına döndü. Esra gittikten sonra yatağına dönen meltem öğlene kadar uyudu. Sonra kalktı, kahvaltı yaptı. Evi topladı, bavulunu topladı. Kendine çay koyup, eline birde kitap alarak oturdu. Bir iki saat geçmiştiki kapı çalındı. Meltem, kitaptan başını kaldırarak kapıyı açmaya gitti. Kapıyo açıpta geleni görünce hiç şaşırmadı. Esranın sevgilisiydi gelen. “Merhaba ablacım, rahatsız ettim, esrayı almaya geldim malum bi saate kadar uçağımız kalkacak.” Meltem hiç renk vermeden,” Allah allah esra gideli çok oldu. Uçağı sabahtı. Kalktım yolcu ettim onu.” Adam bozguna uğramış şekilde,” nasıl olur, sözleşmiştik beraber gidecektik.” Dedi. Meltem, oynadıkları oyun gereği hemen esrayı karalamaya başladı. “Esra bu, yapar… çok yalancı biridir. Tek ayak üstüne bin dalavera çevirir. Sen ilk değilsin daha öncede seni ektiği gibi başkalarınıda ekmişti.” Dedi. Adam, “ başkalarınada mı yaptı, halbuki hiçte öyle birine benzemiyordu.” Meltem,” boşver kurtulduğun için şanslısın. Takma kafana.” Dedi. Adam saatine baktı,” hay Allah, neyse napayım. Geç kalıyorum bende gitmeliyim. Hoşçakalın.” Diyerek melteme elini uzattı meltemde uzattı tokalaştılar. Meltem,” iyi yolculuklar” dedi ve adam arkasını dönüp yürümeye başlayınca kapıyı kapattı. Hemen telefona gitti ve esrayı aradı,” esracım müjdemi isterim kurtulduk. Seninki şimdi gitti ama çok bozuldu.” Esra,” teşekkür ederim ablacım çok sağol hakkını ödeyemem senin.” Dedi. Meltem,” bi daha ilişkilerinde dikkatli ol ben her zaman yanında olmayacağım.” Dedi. Telefonu kapattı kitabını alarak kanepeye oturdu ve okumaya kaldığı yerden devam etti.

 BİR İNTİHAR VAKASI

Köklenmiş şiddetin neden olduğu çaresizlik tüm yaşamını sarmıştı. Ne yaparsa yapsın içinde bulunduğu bu çarpık durumdan çıkamıyordu. Oysa henüz 18’inde bile değildi. Yaşamının baharında henüz güzel duyguları yaşaması gerekirken, o, bunalımlar içinde yüzüyordu. Babasının şiddete düşkün olması çaresizliğinin nedeniydi. Bu çaresizlik sadece kendisinde değil annesinde ve kardeşlerinde de mevcuttu. Sadece fiziksel şiddette değil psikolojik baskıda babasının yöntemlerinden biriydi. Dışarı gitmesi yasaktı; komşuya bile… Arada kaçabilirse bir arkadaşına giderdi ama bu gidişlerin arkasından babasına yakalanır dayağını yerdi ve dışarı çıkma yasağı sıkı şekilde uygulanırdı. Karne günleri sıra dayağı günleriydi ve annede dahil tüm çocuklar dayak yerdi. Karnede zayıf varsa bir suçlusuda anneydi babaya göre.

Akşama kadar evin içinde oyalanacak işler bulmaya çalışırdı. En çokta kardeşleriyle oyalanırdı. Onlara kartondan kız ve erkek modelleri çizer, daha ince kağıttan elbiseler yapar giydirirdi. Bir diğer eğlencesi de kitap okumaktı… Eline geçirdiği kitabı adeta yercesine okurdu. Genelde ikinci el kitapları alırdı. Mahallelerinde eski kitaplar satan bir ikinci el kitapçısı vardı. Böylece hem daha iyi basımları hemde daha uygun fiyatı olan kitapları satın alabiliyordu. Bir keresinde iki veya üç tane aşk romanı almış, gizli sandığına koymuştu. Şeytan bu ya babası sandığa bakmış ve kitapları görmüştü. Onun içinde güzel bir dayak yemişti. Aşk romanı okumakta sorundu babasının gözünde.

Annesiyle babasının arası hep kötüydü. Bugüne doğru düzgün bir iletişim kurduklarını görmemişti. Hiç yoktan babası sudan bahaneyle annesini döver, yatağını ayırırdı… Salında çekyatta yatardı babası. Yemeklerini o verir, istediklerini getirirdi. Kısacası tüm hizmetini kendisine yaptırırdı.

İntihar etme kararını bilinçli almıştı. “Babam beni bir daha döverse intihar edeceğim.” Demişti annesine. Gitmiş eczaneden uyku ilacını almıştı. Zamanı gelince içecekti şişedeki hapların bu hepsini. Her zamanki gibi sabah kalkmışlardı. Kahvaltılarını yapmışlardı ki babaları kalktı. Anneleriyle küs oldukları için babasının kahvaltısını hazırladı. Babası kahvaltıyla çay içmezdi ama o kahvaltının yanına çayda koymuştu dalgınlıkla. Mutfaktaydı, babasına elbezi götürecekti ki babası çağırdı,”gel buraya bakim.” Geldi ve geldiği gibi suratına tokadı yedi. Ne olduğunu anlamamıştı. Babası hınçla söylendi,” ben kahvaltıyla çay içmiyorum bunu bilmiyor musun bu ne?” Diye sordu. Korkuyla karışık üzgün bir sesle,” özür dilerim baba, bi daha olmaz.” Dedi. Bunun üzerine babası,” bi daha olmasın zaten, yoksa daha kötü olur.” Ve babası gitmişti…

Hınçla odaya gitti sakladığı uyku ilacı kutusunu aldı ve salona geldi. “ ben sana demedim mi anne babam bir daha bana vurursa intihar edeceğim diye.” Diyerek şişeyi ağzına götürürken kardeşi kolunu tuttu… Öfkeyle kardeşinin elinden kolunu kurtardı ve şişeyi ağzına boşalttı. Sonrada kitabını alıp balkona çıkıp okumaya başladı. Hiçbirşey hissetmiyordu. Beyni bomboştu. Biraz sonra uykusu geldi ve “ben uyumaya gidiyorum.” Diyerek odasına gitti. Derin bir uykuya dalmıştı ama bir ara hayal meyal birinin, “baban geliyor üstünü giy” dediğini hatırlıyordu. Birde gözlerini hastanede açmıştı. Bu defa başucunda üniformalı birileri vardı. Sorular soruyorlardı, “neden yaptın?”, “seni buna kim zorladı?” Gibi. Hayal meyal hatırlıyordu olanları. Tuvalete gidişini ve ayakta duramayışınıda hatırlıyordu. Bir gece kalmışlardı hastanede ve taburcu olmuştu. Savcılıktan çağırmışlar oraya gitmişlerdi. Savcı, gerekli prosedürleri yaptıktan sonra, “bir daha intihar edersen seni hapse atarım.” Demişti. Eve döndüler ve uyudu. Ertesi sabah uyandığında gözleri görmüyor, vücudu tepki vermiyordu. Kendini çimdiklemeye başladı ama işte hiçbirşey hissetmiyordu. Çok korkmuş ve hemen annesinin yanına koşmuştu. Annesi, apar topar hazırlanırken içeriden babası bağırıyordu, “benim için beş fazla bir eksik farketmez.” Demişti. Doktora gittiler doktor; yaşadıklarının ilacın bir yan etkisi olduğunu söylediğinde rahatlamıştı.

Hayata yeniden tutunmuştu. Ne değişmişti bilmiyordu… Baba aynı babaydı ama kendisi birşeyin farkına varmış olmalıydı ama neydi? Birkaçgün sonra kardeşi neler olduğunu anlattı;”sen ilacı içtikten sonra seni takibe aldım. Odana gidip uyuduktan sonra gelip uyandırmaya çalıştım ama uyanmadın. Hemen koşup amcama haber verdim. Bu arada babam geliyor giyin diye seni korkutunca giyindin. Seni doktora götürdük. Az kalmış ilacın kana karışmasına, on dakika daha gecikseymişiz kurtulamayacakmışsın.” Kardeşi bunları anlattıktan sonra ekledi,” ayrıca babam dediki, neden kendi sorunlarımdan dolayı intihar ettim demiyorda babam dövdüğü için intihar ettim diyor, dedi.” Annesi ve kardeşleri ölmediğine sevinmişlerdi. Gözleri ilacın etkisinden çıkmış görmeye başlamıştı ayrıca artık tenindeki uyuşuklukta geçmiş, şimdi cimcirdiği yerlerde morarmalar vardı.

Yeniden yaşama dönmüştü şimdi ne yapacaktı. Babası, onları dövmekten vazgeçmeyecekti biliyordu ama ailesini yani annesi ve kardeşlerini üzmeye hakkı yoktu. Çaba göstermeliydi ve bu şiddeti engellemenin bir yolunu bulmalıydı ama bir daha intihar etmeyecekti…

 CİNNET

Dokuz aylık sabırsız bir bekleyişten sonra nihayet bebeğini kucağına almıştı. Sevgiyle sarıp sarmaladı onu, canı yansa da meme verdi hemşirenin yardımıyla. Herhangi bir duruma karşı bir gece kaldılar hastanede ama artık evlerindeydiler. Bebeğiyle baş başa kalmışlardı ve gayet mutluydu. Ama bu mutluluk uzun sürmedi; sürekli kabuslarla kesilen uykusu artık onu yoran bir hal vermişti. Uyanık olduğu zamanlar, düşünceleri bulanmaya başlamıştı. Akşamları gelen eşiyle bile daha az konuşur olmuştu. Oysa evliliklerinin meyvesiyle beraber sevinçlerinin artması ve daha mutlu olmaları gerekmez miydi? Sabah, kocası işe gitmişti ve evde yalnız kalmıştı. Çılgınca düşünceler kafasının içinde dans etmeye başlamıştı. Kendi kendine, “Bu hayat benim için anlamsız ve yaşanmaya değmez, yok olmalıyım. Ama çocuğum bensiz kalmamalı onu da götürmeliyim.” Diyerek kalktı ve mutfağa gitti. Bıçağı aldı, bebeğin yanına gitti, “korkma yavrum, bende geleceğim ama önce seni kurtarmalıyım.” Diyerek, bıçağı bebeğin boynuna dayadı. Tam o sırada dış kap açıldı ve eşi içeri girdi, “aşkım, ben geldim, cep telefonumu unutmuşumda.” Diyerek salona yöneldi. Karısını, elinde bıçak bebeğin başında görünce şok oldu ama anında kendini toplayıp harekete geçti. Transa geçmiş gibi henüz kendisini görmeyen eşine yaklaşarak bileğini kavradı ve kolunu geri çekerek bıçağı aldı.

Bıçağı aldıktan sonra mutfağa bıraktı ve dönerek bebeği kaldırıp yatak odasına bebek yatağına koydu. Karısının yanına gidip oturdu, “şimdi bana ne yaptığını açıkla.” Dedi sakin bir sesle. Karısı, usulca başını eğdi,”bu dünyada kalamam artık gitmek istiyorum ama bebeğimi burda bırakamazdım.” Dedi. Genç adam, karısının yaşadığının ne olduğunu anlamamıştı ama hemen müdahale etmesi gerektiğini düşündü, doktora götürmeliydi ve hemen karısına dönüp, “ kalk hazırlan lütfen, biraz dışarı çıkalım.” Derken kalkmasına yardım için elini uzattı. Karısı giyinmek için odaya giderken, genç adam hemen doktora telefon edip durumu anlattı. Doktor, kadını ruh ve sinir hastalıkları bölümüne yatırmaları gerektiğini ve büyük ihtimalle, lohusa sendrumu, geçiriyor olabileceğini söyledi. Genç adam hazırlanan karısını ve bebeğini alıp kapıdan çıkarken, ne büyük bir badire atlattığını fark etti, bebeğine doğrulmuş bıçak gözünün onüne gelirken, doktora gitmek için kapıdan adımını attı.

 GERDEK

Babası, gurbetteki oğlunu telefonla arar; “oğlum, seni evlendiriyoruz. Bu sonbahar düğünün var, eylülde gel.” Der. Oğlu; “peki baba, gelirim.” Diye cevap verir. Düğün zamanı köyüne gelir; birkaç gün sonra düğün olur… düğün gecesi; gelinle damat gerdeğe girer. Ertesi gün, oğlan dayısıyla çarşıya iner. Çarşıda yanındaki dayısının eşiyle karşılaşır, yanında birisi daha vardır. Yengesiyle konuşur hoşbeş ederler, nereye gidersin ne yaparsın derken muhabbet biter ama genç adamın gözleri yengesinin yanındaki kıza takılı kalmıştır… dayısı, yeğenini dürter kendine gelen genç adam yürümeye başlar, biraz uzaklaşınca dayısına sorar; “dayı, yengemin yanındaki kız kimdi?” Dayısı, genç adamın ensesine bir şaplak atar ve “oğlum, gece koynuna aldığın avratı da mı tanımadın?”


 Müziğin Ruhu

Kaderinin böyle olacağını bilseydi, daha yüksek sesle ağlardı. Küçücük sepette, kenarına sıkı sıkı tutunduğu elleriyle, sesinin çıktığı kadar ağlıyordu. Çığlıkları gecenin karanlığını bölerken nihayet bir çift kulağa ulaştı. Adam, birden keyiflenerek sese doğru yürüdü. Sepetin yanına ulaştığında, eğilip örtüsünü kaldırdı: “ merhaba ufaklık” diyerek elleriyle bebeği almak için hamle yaptı… Ses duyan bebek, birden sustu ve kendisini almak isteyen kollara doğru kollarını uzatarak cevap verdi. Adam bebeği kollarına alıp hafifçe sarıldı ve “ sakin ol ufaklık, benden sana zarar gelmez.” Diyerek bebeğin burnunu okşadı. Bebek, bu yabancıdan hoşlanmıştı. Sakinleşerek sustu ve küçük gülücükler atmaya başladı. “Hadi eve gidelim de karnını doyurup, altını temizleyelim.” Diyen adam bir koluyla bebeği sardı diğer eliyle sepeti aldı.

20 dk. lık bir yürüyüşten sonra bir deponun önünde durdu. Kapıyı sertçe vurarak bekledi. “Kim o.” Diye bir ses geldi içerden. “Benim, babanız.aç.” Diyen sesi duyan çocuk kapıyı açtı. Baba, elinde sepetle içeri girdi ve “kollarım koptu, alın şunları.” Diyerek bebekle sepeti uzattı. Babayı görünce kapının önüne yığılan 15 kadar çocuğun arasından iki tanesi aceleyle yürüyerek bebeği ve sepeti aldılar. “Karnını doyurun, altını temizleyin.” Emrini verdi baba. Çocuklar verilen emri yerine getirmek için bebeği alarak uzaklaştılar. Onlar bebekle ilgilenirken, baba, bebeğin sepetini alıp incelemeye başladı. Yatak yerine birkaç kıyafet kat kat yayılmıştı. Hepsini tek tek kaldırıp inceledi. Oldukça kaliteli ve zevkli kıyafetlerdi. En son kıyafetide kaldırınca bir zarf fark etti. Alıp açarak okumaya başladı: “bu bebeğin adı Eren’dir, henüz 6 aylıktır. Lütfen ona iyi bakın” diyen notu okumayı bitirdi. “Eren, güzel isimmiş, acaba neden sokağa bırakıldı? Hemde kışın ortasında, bu soğukta” diye bir an düşündü baba ve bebekle ilgilenmek için alan çocuklara seslenerek, “Bu bebeğin adı Erenmiş, yani bir erkek. İşte size yeni bir kardeş. Onunla siz ikiniz ilgileneceksiniz. Herşeyiyle, bebek büyüyene kadar nöbetleşe işe çıkacaksınız.” Diyerek iki arkadaşa yapmaları gerekeni söyledi.

2

Aynı saatlerde başka bir yerde Yetimhanenin kapısı vuruldu, “Hayırdır, gecenin bu saatinde…” diyen bebek bakıcısı kadın kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında kimseyi göremedi ama hafif bir mırıltı duyarak başını eğince kapının önündeki sepeti gördü. Ağzından, “Aman Allahım…” diye bir şaşkınlık nidası çıktı. Eğilip sepetin örtüsünü kaldırdı. Şirin bir çift göz kendisine bakıyordu. Heyecanla sepeti içeri aldı. Yatak odasına doğru yürürken,”Kızlar gelin, yeni bir misafirimiz var.” Diyerek seslendi. Yatak odasına gitti, sepeti küçük ranzalardan birinin kenarına koydu, bebeği çıkarıp yatağa yatırdı. Sepete dönerek kurcalamaya başladı. Buda diğeri gibi kıyafetler kat kat sepete serilmişti. En son kattaki kıyafeti alınca altından bir mektup çıktı. Aceleyle alarak açtı;”bebeğin adı, Ceren, 6 aylık, lütfen ona iyi bakın” diyen bir not. Bakıcı kadın, “Bu ne vicdansızlık, bu kış vakti hangi densiz bu bebeği kapının önüne bıraktı.” Diye söylene söylene bebeğe mama hazırlamaya gitti.

 

15 yıl sonra.

Eren artık 15 yaşında bir delikanlıdır kendisini sokakta bulup büyüten babanın yanındadır. Dilencilikle başladığı çalışma hayatına keman çalarak devam etmektedir. Gene bir gün parkta çalarken yanına yaşlı bir kadın yaklaşır. Ereni birine benzetir ama çıkaramaz. Hafızasını ne kadarda yoklasa bir sonuç alamaz ama genç çocuktaki müzik yeteneğine hayran kalır. Yanına yaklaşarak, “Delikanlı, çok güzel çalıyorsun böyle çalmayı nerde öğrendin?” Diye sorar. Eren,” sokakta öğrendim, kendi kendime çalarak. Müzik kulağım iyidir duyduğum müziği bir daha unutmam.” Bunu duyan yaşlı kadın, “ bu yeteneği yazık etmeyelim. Sana burs verelim müzisyen ol.” Bunu duyan Eren heyecanlansa da korkar, “Ama baba buna izin vermez ki…” diyerek üzüntüyle söylenir. Yaşlı kadın, “ Bunu kimse bilmek zorunda değil.” Diyerek çocuğu yatıştırır ve çantasından çıkardığı kağıdın üstüne bir adres yazarak çocuğa verir, “Yarın bu adrese gel, görüşelim.” Diyerek ordan ayrılır.

 

Ertesi gün Eren, her zamanki gittiği parkta biraz keman çalıp para topladıktan sonra, bir gün önce yaşlı kadının kendisine verdiği adrese gider. Adresi bulması zor olmaz, kapıyı çalar ve açılmasını bekler. Ama birden dünkü kadına adını sormadığını hatırlar, şimdi kapıyı açana ne diyecekir. Bunları düşünürken kapı açılır, orta yaşlı bir bayan açmıştır kapıyı. Yüzü kızararak sorar, “ Dün parkta tanıştığım yaşlı bir bayan beni bu adrese çağırdı, acaba o burada mı?” Deyince genç bayan, “Siz, keman çalan genç olacaksınız. Emine hanım sizden bahsetti buyrun.” Diyerek Erene, içeri girmesi için yol verir. Eren, utana sıkıla içeri girer. Aslında sokaklara ve insanlara alışkın olduğundan fazla çekingen bir yapısı yoktur fakat bu defa yırtıklarla dolu eski kıyafetiyle bu güzel yere uymadığını düşünmektedir. Çekine çekine içeri adım atar. Genç bayan, “Siz bekleyin ben haber vereyim Emine hanıma.” Der. Kapının iç tarafında duran Eren fazla bekletilmez. Az sonra Emine hanım görünür, “Hoş geldin oğlum, umarım fazla bekletmedim,” diyerek Erenle tokalaşır. Erene, “Gel müzik odasına gidelim. Müzik hocası bizi bekliyor.” Diyerek müzik odasına yönelir, Erende onu takip eder. Müzik odasında orta yaşlarda bir adam vardır ve onları beklemektedir. Emine hanım, ikisini tanıştırır; “Eren, bu bey müzik hocamız Yusuf bey, Yusuf bey bu genç adamda size sözünü ettiğim genç yetenek Eren bey.” Diyerek onları tanıştırır. Yusuf bey, “Eren bey, Emine hanım sizden övgüyle söz etti. Bilirim müzik kulağı iyidir, kolay kolay yanılmaz.” Diyerek devam etti,”Vakit kaybetmeyelim, Emine hanım, duyduğunuz herşeyi çalabildiğinizi söyledi. Bizde buna binaen bir deneme yapalım, ben, piyanoda bir parça çalacağım, sizde, çaldığım parçayı çalmayı deneyeceksiniz.” Eren, utangaç utangaç başını olur anlamda salladı. Yusuf bey, piyanoya geçip “Operadaki Hayalet”i çalmaya başladı. Eren hayranlıkla dinliyordu. Bu arada Emine hanım, onları rahatsız etmemek için usulca dışarı çıkmıştı. Yusuf bey çalmayı bitirdi ve Erene dönerek,” Şimdi siz lütfen” diyerek Ereni çalmaya davet etti. Eren kemanını omuzuna koydu, yayını hazırladı ve çalmaya başladı. Konsantrasyonu bozulmasın diye gözlerini kapatmıştı. Piyanoda neyi duyduysa aynısını çaldı. Bir nota bile hata yapmamıştı. Parça bitti ve Yusuf bey, heyecanla ayağa fırladı. “Bravo, bravo” diyerek çoşkuyla ve mutlulukla alkışladı. Yusuf bey, “Bana kalırsa yeni bir müzik dehası doğuyor. Eren bey, tebrik ederim hiç hata yapmadan bitirdiniz. Bundan sonra sizinle çalışalım. Nota biliyor musunuz?” “Hayır efendim, bilmiyorum” diyerek cevap verdi Eren. Yusuf bey, “Size, nota öğreterek başlayacağım. Bu, sizin yeteneğinizi daha da geliştirecek. Hergün saat 13:00 ve 17:00 arası burda olabilir misiniz?” “Tabi efendim.” Diyerek mutlulukla gülümsedi genç yetenek. Ama bir sorun vardı, bu dersleri gizli tutmalıydı, bunu nasıl yapacaktı. Bu sıkıntısından Yusuf beye bahsetti. Oda oldukça pratik bir çözüm getirdi: “ Hergün buraya gelmen karşılığı sana ücret ödeyeceğim. Böylece baba dediğin kişiyle aranda bir sorun olmayacak çünkü anladığım kadarıyla onun için önemli olan sadece para.” “Evet efendim, onun için para; ne yaptığımızdan, nerede olduğumuzdan daha önemli.” Diyerek, buldukları çözüme mutlulukla gülümsedi…

 

Aradan altı ay geçmişti. Eren, bu altı ay içinde kendini geliştirmiş notaları ve teoriyi iyice öğrenmişti. Hocası ve Emine hanım ondan çok memnundular, tabi Eren’in babasıda memnundu çünkü eline düzenli para geliyordu. Birgün yusuf bey, Erene,”Bugün seni birisiyle tanıştıracağım. Bundan sonra beraber çalışacaksınız.” Dedi. Biraz sonra odaya kendi yaşlarında bir genç kız girdi. Yusuf bey, “ Eren, bu Ceren.” Diyerek onları tanıştırdı. Bu arada Yusuf bey, dikkatle ikisine bakmaya başladı. Aradaki benzerlik şaşırtıcıydı ama bir şey demedi. Cerene dönerek, “Kızım, sen piyanoya geç. Eren, sende kemanını hazırla bakalım.” Diyerek, ilk çalışmalarına başlama talimatı verdi. Ceren’de, Eren gibi çok iyi bir müzisyendi. 5 yaşında piyanoya başlamıştı ve çalmayı çok iyi öğrenmişti. Beraber çok iyi bir ikili olmuşlardı. Her gün çalıyorlardı. Her gün daha iyiye gidiyorlardı. Bu onları destekleyen Emine hanımı ve Yusuf beyi mutlu ediyordu. Erenle Ceren birbirine alışmış arkadaş olmuşlardı. Çok iyi anlaşıyorlardı. Kardeş olmuşlardı sanki. Biri sokağa diğeri yetimhane kapısına bırakılan iki çocuktular ve çok ortak noktaları vardı. Aynı kitapları, aynı müzikleri ve aynı filmleri seviyorlardı. Hatta yemek zevkleri bile aynıydı… Bu benzer özellikleri, Yusuf bey ve Emine hanımın bile dikkatini çekmişti. Akıllarına bir şey geliyordu ama henüz bunu düşünmeleri için erkendi. Zamana bıraktılar.

 

Birkaç ay sonra bir Yusuf bey ve emine hanım, iki çocuğun konser vermesine karar verdiler. Eren ve Ceren, konser vermek için hazırdılar. Ay sonunda, acık stadyumda konser verilmesi karalaştırıldı. Onlara eşlik etmesi için ünlü bir viyolonistide konsere çağırmaya karar verdiler. Nadiye adındaki bu kadın 35 yaşındaydı. Genç yaşta iki çocuğunu kaybetmişti. Yıllarca onları aramış ama bulamamıştı. Kendini tamamen müziğe vermiş ve onda teselli bulmuştu. Şimdi aldığı teklifi düşünüyordu. İki genç müzisyenle konser vermesi isteniyordu. Henüz onlarla tanışmıyordu. Yarın tanışacak ve ondan sonra ay sonuna yani konsere kadar beraber prova yapacaklardı.

 

Ertesi gün tanıştılar…Nadiye hanım, Ceren ve Eren. Aralarındaki benzerlik şaşırtıcıydı. Bu benzerliğin üzerinde fazla durmadılar ama Yusuf beyle Emine hanım, bu benzerlikleri konserden sonra araştırmaya karar verdiler. Beraber çalışmaya başlamışlardı. Çok uyumluydular, zorlanmadan ünlülerin klasik parçalarını çalabiliyorlardı. Ama çocuklara bakarken, Nadiye hanımın gözlerinde hep bir hüzün gizliydi. Ay sonu geldi, çalışmalarının verimini almışlar ve provalarında oldukça yüksek bir başarı elde etmişlerdi… Konser zamanı geldi, stadyum hımca hınç dolmuştu. Nadiye hanımın eşi, Mehmet beyde konserde en önde oturuyordu. Konser başladı ve orkestrayla beraber; viyolonselde Nadiye hanım, piyanoda Ceren, kemanda Eren, konser başlamıştı. Çok güzel ve etkileyici çalıyorlardı. Seyirci, her parça bittiğinde ayağa kalkarak alkışlıyordu. Mehmet beyin yanında oturan Emine hanım ve Yusuf bey, artık düşüncelerinde emin olmuşlardı. Bir aileyi bir araya getirmiş olduklarını düşünüyorlardı. Bu düşünceyle sessizce konserin bitmesini beklediler. Son parçada bittikten sonra herkes ayağa kalktı ve müthiş bir alkış tufanı başladı. Böyle bir geceye böyle bir alkış yakışırdı anca…

 

Ertesi gün neredeyse tüm gazeteler bu konseri manşet yapmıştı. Baba, gazetede Eren’in resmini görünce şok olmuştu. Nasıl olurdu bu, bu çocuk parkta çalmıyor muydu? Öfkeyle Erenin yattığı ranzaya gitti ve çocuğun kulağına yapışarak hızlıca çekti. Ne olduğunu anlamayan, kulağının acısıyla şok olup çığlık atan Eren, yataktan fırladı, “Ne oluyor baba, neden kulağımı çektin.” Diyerek tepkisini dile getirir. Baba, öfkeyle, “ Daha ne olsun, konserlerde geziyorsun. Bana yalan mı söyledin? Nasıl çıktın o konsere.” Diye delikanlıyı azarlar. Eren açıklamaya girişir tedirgin bir şekilde ve bütün olayları gelişimine göre açıklar. Baba, duyduklarından memnun olmamıştır ve Ereni, onlardan nasıl uzak tutacağını bilemez bir halde, “Beni, sana ders veren adamla ve o yaşlı kadınla tanıştıracaksın” der. Eren, babanın aklından neler geçtiğini bilemediği için tedirgindir. Hemen bu olanları Emine hanıma ve Yusuf beye anlatmak için sabırsızlanır. Kemanını alarak parka gidiyorum diyerek çıkar.

 

Hızlı adımlarla yurda yönelir. Vardığında Yusuf beyi bulur. Emine hanım orada yoktur. Eren Yusuf beye, olanları anlatır. Babanın kendisine kızdığını ama onlarla tanışmak istediğini söyler. Yusuf beyde, babanın planının ne olduğunu merak eder ama en iyisi görüşmek diye düşünür. Erene, babanın yarın gelmesini, kendisiyle görüşeceğini söyler. Genç çocuk, babayla ve arkadaşlarıyla kaldığı depoya gider ve babaya, yarın görüşmeye gidebileceğini söyler. Ertesi gün sabah erkenden baba Ereni kaldırır, “Hadi gitme zamanı”der. Çıkarak yurda giderler. Yusuf bey, erkenden kalkmış olmasına rağmen babanın ve Erenin bu kadar erken geleceğini tahmin etmez. Ama onları karşılayarak, kabul eder. Babayla tanışıp hoşbeş ettikten sonra Yusuf bey, babaya neden kendisiyle görüşmek istediğini sorar. Bunun üzerine baba açık ve dürüst bir dille,” Bu çocuğu ben buldum bu yaşa getirdim. Besledim büyüttüm, emeğimin karşılığını isterim.” Diyerek Yusuf beyi ve Emreyi şaşırtır. Yusuf bey, bu istek karşısında şaşırsa da bir çözüm bulmak için düşünmeye başlar. Babaya,” Siz şimdi gidin ben sizin isteğinize bir çözüm bulunca gene görüşürüz.” Diyerek onu göndermeye hazırlanırken aklına ani bir şey gelerek duraklar, “Size bir şey soracağım, Ereni bulduğunuzda dikkatinizi çekecek bir şey var mıydı üzerinde?” Diye sorar. Baba,”Evet, üzerinden bir not çıktı. Adı Emre, ona iyi bakın. Diyordu notta.” “Tamam.” Dedi Yusuf bey, “Şimdi gidebilirsiniz. Teşekkür ederim.”

 

Yusuf bey, baba gidince Emreyi çağırdı. Ve ona, “ şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle. Ama lütfen fazla ümitlenme emin olana kadar.” Deyince,”sizi dinliyorum” diyerek oturdu. Yusuf bey devam etti,” senin sokağa bırakıldığın gece, Ceren’de yetimhaneye bırakılmış. Ve o sizin terkedildiğiniz dönemlerde de Nadiye hanımın ikiz çocukları kaybolmuş. Sizi bir araya getirdiğimizde aranızdaki benzerliği görmemek kör olmak demektir. Nadiye hanımla ve Cemreylede konuşup bir test yaptırmak istiyorum. Ne düşünürsün bu konuda?” Diye sorunca dinledikleri karşısında heyecanlanan Emre,”peki, bir an önce testi yaptıralım siz diğerleriylede konuştuktan sonra.” Yusuf bey, emine hanımla anlaştıkları gibi önce yurttaki Cerene daha sonrada yurda davet ettikleri Nadiye hanıma, şüphelerinden ve test yaptırma isteğinden bahsetti. Nadiye hanımda, Ceren’de tıpkı Eren gibi heyecanlanmışlar ve öncelikle çok şaşırmışlardı.

 

Test için kararlaştırılan günde herkes heyecanla hastanede buluştu. Mehmet beyede konudan bahsedilmiş ve oda hastaneye gelmişti. Test için kan örnekleri alındı. Büyük bir heyecanla bir haftanın geçmesi beklendi. Bir hafta sonra, test sonuçları Yusuf beyin elindeydi. Sonuçları onun alması kararlŞtırılmıştı. Yurtta Emine hanımın odasında toplanmış oturuyorlardı. Zarf, Yusuf beyin elindeydi. Herkes, zarfa odaklanmış, heyecanla bekliyorlardı. Yusuf bey, derin bir nefes aldı ve zarfı açtı. Katlanmış sonuç kağıdınıda açarak doğrudan sonuç yazısına baktı. Evet, yapılan test sonucu, çocuklarla Nadiye hanım ve Mehmet beyle yüzde 99 uyum vardı. Hepsi birden sevinç gözyaşlarına boğuldular. Sanki ilk defa birbirlerini görüyormuş gibi tekrar tekrar hasretle kucaklaştılar.

 

Bundan sonraki olaylar hızla gelişti, iki çocuğun evlatları olduğunu mahkemede ıspat ederek nüfuslarına aldılar, evlerine götürüp onlara oda hazırladılar. Emre ve Cemre, tüm olanlar karşısında hala şaşkınlık içindeydiler. Ama ilk heyecanlarını atıp, Mehmet beye baba, Nadiye hanıma anne dediler. Yavaş yavaş ailelerine alıştılar ve yeniden yuva oldular. Emreyi büyüten baba, Mehmet beyden yüklü bir bahşiş kopardı. Yusuf bey ve Emine hanım ailenin en yakın dostu oldu. Sadece akılları kurcalayan bir soru vardı, onuda Nadiye hanım açıklığa kavuşturdu; “benim, kayınvalidem beni istemiyordu. Onun eşimden hariç diğer oğluyla kızıda. Eğer çocuk doğurursam mirasa ortak olacaklardı ve bunuda hiçbiri istemiyordu. Doğum yaptıktan altı ay sonra, gizlice bebeklerimi alıp birini yetimhaneye diğerini bir duvar dibine bırakmışlar. Bunları bana ölürken kayınvalidem söyledi. Ne kadar rasakta çocuklarımı bulamamıştık ama müziğin ruhu onları buldu.”

 YENİ BİR HAYAT

Gecenin ayazında kartondan evinin içinde iyice büzüştü ve üzerindeki çullara sıkı sıkı sarıldı. Bu kış sert geçiyordu diğer yıllara oranla. “Bu geceyi atlatayım, yarın belediyeye gideceğim.” Diye, titrerken düşünüyordu. Zar zor yarı uyur yarı üşür vaziyette sabahı zor etti… Tam bilmem kaçıncı kez yarı dalarak uyuduğu uykusundan tiz bir çığlıkla uyandı. Uyku sersemi gözlerinin açılmasına neden olan çığlığın ardından, sesin geldiği yöne baktı. Orta yaşlı, güzel giyimli bir kadın topuklarının elverdiği süratle caddeye doğru koşuyordu. Başını hızla caddeye çevirdi, önce bir şey farketemese de biraz daha araştırıcı gözlerle bakınca caddenin ortasında arabaların arasında, ilk anda cinsiyetini ayrımsayamadığı beş yaşlarında bir çocuğun arabaların arasında korkudan donmuş bir şekilde durduğunu fark etti. Hala tam ayılmamış olmasına rağmen uyanık tarafı onu dürttü. Hızlıca yerinden fırlarken üzerindeki çuldan silkinerek fırladı. Caddenin ortasındaki çocuğa ulaşmak için yaşından ve cüssesinden umulmayacak bir çeviklikle caddeye arabaların ortasına fırladı. Bu arada iki elini havaya kaldırmış arabaları durdurmaya çalışıyordu. Acı fren seslerini duydukça başardığını anladı. Bir iki hızlı adımla caddenin ortasına çocuğun yanına ulaştı ve adeta ışık hızında hareket ederek çocuğu kavradı ve omuzuna atarak, tekrar bir eliyle arabaları durdurmaya çalışarak geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Birden omuzundan bir hıçkırık yükseldi ve sonra o ses ağlama sesine dönüştü. Kaldırıma adımını atarken, “sakin, geldik. Korkma ufaklık” diyerek çocuğu sakinleştirmeye çalıştı. Annesi olduğunu düşündüğü kadın, çocuğu hızla adamın omuzundan alarak, kendine çevirip sarılırken; “yavrum yavrum tamam geçti” diyerek kendiside gözyaşları içinde daha sıkı çocuğa sarıldı.

      Orta yaşlı adam kenarda onları izlerken gözleri dolu dolu olmuştu. Kadının çocuğa sarılışına ve çocuğun sakinleşip başını kadının omuzuna koyuşunu izledi. Bir an için kendisiyle gurur duyduğunu hissetti, bir hayat kurtarmıştı. Bu uzun zamandır yapmadığı birşeydi ve şimdi anıları geri dönmüştü. Silkinip kendine geldi artık anıları yoktu ve geçmişte yoktu. Artık o hayatı yaşamıyordu, sokakta yatan bir serseriydi. İçini hüzün kapladı, yüreği burkuldu ve geri dönüp yürümeye başladı. Bugün belediyeye gidecekti. Duyduğu sesle arkasına baktı. Kadın ona sesleniyordu; “bayım, bir dakika. Bekleyin lütfen.” Diyerek adama doğru yürümeye başladı. Adam, dönerek kadına doğru yürüdü ve karşısına kadar geldi. Kadın, “çok teşekkür ederim, çocuğumu kurtardınız. Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.” Deyince adam buruk bir gülümsemeyle, “ben üzerime düşeni yaptım. Kim olsa aynı şeyi yapardı.” Dedi. Kadın, “lütfen size teşekkür etmeme izin verin. En azından bir tas sıcak çorba ikram edeyim.” Dedi. Kadının ricasının çok içten olduğunu hissetti ve “peki sizi kırmak istemem, geleyim.” Bunları duyan kadın bir taksi çevirdi. Kadın, adam, çocuk üçü birlikte taksiye bindiler. Kadın şöföre adresi söyledi ve yola çıktılar. Kadın ve adam sessizdi çocuk hala olayın şokundan sıyrılamamış ve hafif titreyişlerle hıçkırıyordu. Bir on dakika sonra eve vardıklarında;. Kadın, “hadi geldik, inelim.” Dedi. Taksiden indikten sonra adam eve baktı. Burası küçük bir ev veya apartmandan ziyade köşke benzer, bahçe içinde büyükçe bir yapıydı.

Kadın öne geçerek merdivenlere ilerlerken; “lütfen buyrun.” Dedi. Hep beraber merdivenleri çıkarak evin kapısına çıktılar. Kadın kapıyı çaldı. Yaşlıca, yemenili bir kadın kapıyı açtı ve “hoşgeldiniz hanımım” dedi. Kadın, adama dönerek şöyle buyrun.” Diyerek salonu işaret etti. Hep beraber salona geçtiler ve kadın adama yer göstererek, “lütfen oturun dedi. Hep beraber oturdular. Kadın çocuğu kucağına aldı, sıkı sıkı sarıldı, “geçti yavrum, korkma artık” dedi. Biraz sonra kapıyı açan yemenili kadın içeri girdi, “bir ihtiyacınız var mı hanımım? Ne istersiniz” diye sordu. Kadın, “Eminecim, önce Ömeri yukarı çıkar dadısına. Bir duş alıp yatırsın. Çocuk ufak bir korku yaşadı. Duş alıp uyursa kendine gelir. Beyefendiye de yemek hazırla, lütfen gümüş takımı çıkar ve yemek odasında servis yapın. Bende birazdan gelip Ömere bakarım. Emine hanım şaşırmış bir şekilde,”peki efendim” diyerek uzaklaşırken aynı zamanda, “Allah Allah… Bu nasıl iştir.” Diyordu. Çünkü gümüş takım bu evde sadece önemli misafirlere çıkarılırdı. Oysa Leyla hanımın yanında getirdiği adamın saçı sakalı birbirine karışmış üatelikte pejmürde kılıklı biriydi. “Neyse.” Dedi kendi kendine, “nasıl olsa Leyla hanım anlatacaktır ne olduğunu. Sabredip beklemek lazım. Şimdi sormak yakışık almaz.” Ömerin elinden sıkı sıkı kavrayarak yukarı çıkardı. Dadı ömerin odasındaydı. Emine hanım dadıya Leyla hanımın direktiflerini ve biraz sonra geleceğini söyledi ve dönerek gerisin geri mutfağa yollandı. Bu arada salonda oturan adamcağız büzüştükçe büzüştü koltuğuna şaşkınlıkla etrafını incelemeye koyuldu. Tavandan büyük bir avize sallanıyordu, odanın dışarı bakan tarafı boydan boya camdı ve yeşil perdeler yerlere kadar inmişti. Kalın perdelerin altını ince dantelli tül perde süslüyordu. Oturma gurubu şeker pembesi, hali eflatun, yeşil, gri desenliydi. Ortada kare büyük bir sehpa vardı. Adam, Leyla hanımın sesiyle inceleme işini bıraktı ve ona baktı. “Bana büyük bir iyilik yaptınız. Bunun karşılığını vermek isterim. Ama bana önce isminizi söyler misiniz rica etsem çünkü size nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum. Dedi. Adam,”ismim Enver.” Diyerek sıkkın bir şekilde başını eğdi. İnsanların gözlerine bakmayı unutmuştu uzun zamandır. Hoş sokak hayatında ona hitap edip konuşan kimse de yoktu. Birkaç sokakta yatan arkadaşları dışında pek konuştuğu kişide yoktu. “Enver bey, söze nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Size nasıl yardım edebilirim. Gerçekten bana müsaade edin siE destek olayım. Sanırım sokakta yaşıyorsunuz.” Dedi. Enver,” evet sokakta yaşıyorum.” Leyla hanım, “bu durum ne kadar zamandır böyle devam ediyor, yani kaç senedir sokaklardasınız.” Enver, “aşağı yukarı bi on sene olmuştur. Net hatırlayamıyorum ama evet yaklaşık on sene.” Dedi. Leyla hanım, “peki on sene önce nerdeydiniz, nasıl yaşıyordunuz, mesleğiniz neydi, lütfen anlatır mısınız?” Enver yerinde huzursuzca kıpırdadı ve ellerini kucağında kilitleyerek durdu. Leyla hanım Enverin sıkıldığını anlamıştı. Ona cesaret vermek ister gibi gülümsedi ve “lütfen çekinmeyin, biz bizeyiz ve konuştuklarımız aramızda kalacak güvenin bana lütfen” dedi. Enver önce boğazınnı temizledi ve gene şöyle bir kıpırdanarak anlatmaya başladı; “ bundan on sene. Evvel mutlu ve huzurlu bir yaşamım vardı. Doktordum, cerrah… bir özel hastanede çalışıyordum. Evliydim iki kızım vardı. Eşimi ve çocuklarımı çok seviyordum taki o lanet güne kadar bu güzel hayat  böyle devam etti. Hastanede aldım haberi bir ameliyattan yeni çıkmıştım yorgundum dinlenmek için odama giderken telefonum çaaldı. İtfaiyeden olduğunu söyleyen biri evimde yangın çıktığını söyledi ama ailem hakkında bilgi vermemişti. Koşarak çıktım hastaneden araabama atlayıp eve gittim. Bahçeli müsttakil bir evdi. Oraya vardıığımda küll olmuştu. Evin yanması önemli değildi,, ailem önemliydi hemen yetkili birine sordum ailemin nerde olduğunu onlarda bana yangında evde olduklarını ve onları hastaneye kaldırdıklarını söyledi. Hangi hastane olduğunu öğrenip oraya gittim. Ama ne yazıkki hepsininde ağır yaralar aldığını ve kurtarılamadıklarını öğrenddim. Dünyam başıma yıkılmıştı, hayatım mahvolmuştu… güzel kızlarım ve sevgili eşim yoktular artık ve ben yapayalnız kalmıştım. Acımdan içmeye başladım. Bir saat bile ayyık gezmiyordum. Doktorluğu bıraktım. Zamanla param bitti elimde avucumda ne varsa içkiye yatırdım. Benim akrabam yok. Ailem ben küçükken ölmüş. Eşimin aileside yangından ve kızlarıyla torunlarının ölümünden sonra benimle bağlarını kestiler. Hayatta yapayalnızdım ve acım beni çaresizleştiriyordu. Neyse ben sokaklara düştüm. Para bulamadığım için bellii bir zaman sonra içkide bulamaz olmuştum. Artık çöplerden yemek toplayarak ve sokaklarda yatarak yaşıyordum ve bu yıllardır böyle. İşte hikayem bu Leyla hanım”

Leyla hanım, gözyaşları içinde Enveri dinliyordu. Hikaye bitince gözerini sildi ve “ bu kadar acıya dayanmak kolay değil. Sizi anlıyorum Enver bey, bende birkaç sene önce eşimi bir tarfik kazasında kaybettim, sizinle çok ortak yönümüz var” dedi. O esnada Emine hanım kapıda belirdi ve “yemek hazır Leyla hanım” dedi. Leyla hanımda Envere dönerek” lütfen yemek salonuna buyrun, bir iki lokma bişey yeyin daha sonra devam ederiz. Bende bu arada bi oğluma bakayım” diyerek kalktı. Emine Enveri yemek odasına götürdü ve onu yemeklerle baş başa bıraktı. O gün henüz bişey yememiş olan Enver, çekinerek masaya otursada iştahını kabartan sofraya daha fazla daayanamayarak yemeye başladı. Yarım saat sonra Enver tıka basa doymuş şekilde masadan kalkmıştı. Tekrar misafir odasına geçip Leyla hanımı beklemeye başladı.

Leyla hanım biraz sonra misafir odasına geldi ve oturdu. Enver, kalkacakmış gibi bir hareket yapınca; “lütfen gitmeyin, sizinle konuşmak istediğim şeyler var” dedi leyla hanım. Enver tekrar yerine oturdu ve mahçup bir edayla ellerini birbirine kavuşturdu. “ bakın Enver bey…” diye söze girdi Leyla hanım, “ben bu köşkte oğlumla ve yardımcılarımla yaşıyorum. Müştemilatımız boş ve benim bahçeyle ilgilenecek birine ihtiyacım var. Lütfen beni kırmayın, bu soğukta dışarıda yaşayamazsınız. Gelin azıcık aşımızla kader birliği yapıp yaşayıp gidelim.” Dedi. Enver kendini daha da mahçup hissederek yerinde kıpırdandı. Ne diyeceğini şaşırmıştı ama nihayet konuşması bişey söylemesi gerektiğine karar vermiş bir şekilde, “size rahatsızlık vermek istemem” dedi. Leyla hanım, “o ne demek rica ederim rahatsız olmak gibi bir durumumuz yok bilakis hayatımıza yeni bir renk katacağınızı düşünüyorum.” Diyerke içeriye doğru, “emine hanım bir bakarmısın.” Diye seslendi. Emine hanım az sonra kapıda belirince, “emine hanım müştemilatı hazırlayın lütfen. Isıtıcıyı açın, banyoyu hazırlayın. Enver beyi misafir edeceğiz, bu arada şöförü yollayın enver beye uygun kıyafetler alsın. Tabi önce kaç beden giydiğine bakalım. Pijama, kaban vb. şeyleri almayıda unutmasın.” Dedi. Emine hanım şöföre yollanırken Leyla hanım Envere döndü ve;”hadi size müştemilatı göstereyim.” Dedi. Leyla hanım önde Enver arkada evin arka bahçesine doğru gittiler. Leyla hanım, paspasın altından anahtarı alarak kapıyı açtı. İçeri girdiler, girişte bir antre vardı, hemen sağında bir oda kapısı karşıda bir koridor ve koridorun sonuna doğru sağlı sollu iki kapı daha görünüyordu. Ayrıca antrenin sol tarafında bir kapı daha vardı. Girişte sağdaki kapıyı açarak gezmeye başladılar; burası bir oturma odasıydı rahat bir şekilde döşenmişti. Buradan çıkıp sol kapıya yöneldiler; burası mutfaktı, küçük ama oldukça kullanışlı görünüyordu. Koridorun ileri sağındaki oda; yatak odasıydı. Çift kişilik bir yatak, elbise dolabı, şifonyer ve küçük bir sehpayla koltuk vardı. Odadan çıkıp sol taraftaki kapıyı açtılar; burası banyoydu, duşakabin, lavabo, klozet ve banyo dolabı vardı. Leyla hanım, “hadi gelin salona geçelim”dedi. Salona geçip oturdular. Yeşil bir köşe takımı vardı ve Enver oturunca rahatlığını hissetti. Duvarlar krem rengi, perdeler koltuklara uygun açık yeşil renkteydi ve krem rengi sade tül takılıydı kalın perdelerin altında. Leyla hanım,”umarım burda mutlu olursunuz Enver bey, birbirimize destek olur yaşayıp gideriz. Can yoldaşı oluruz birbirimize. Bahçivanlıktan korkmayın, arkadaşımın bahçivanını çağıracağım o size gerekli işleri öğretecek.” Enver ne diyeceğini bilemiyordu. Olanlar karşısında şaşırmış ve sessiz kalmıştı. İçinde bulunduğu durum hayır demesini engelliyor Leyla hanımın kendisine yardımcı olmasını sessizce kabul ediyordu. Ama onunda bişey söylemesi gerekiyordu artık ve Oturduğu yerden gözyaşlarıyla ıslanmış başını kaldırarak,” çok teşekkür ederim, sizi mahçup çıkarmayacağım ve güveninize layık olmaya çalışacağım.” Dedi. Leyla hanım, “güvenime layık olduğunuza eminim enver bey, şimdi eve geçelim burası hazır olunca sizi çağırırlar, buyrun hadi gidelim”dedi. Müştemilattan ayrılıp eve geçtiler. Enver, misafir salonunda ilk oturduğu yere tekrar oturarak beklemeye başladı. Leyla hanım oğlunun yanına çıktı.

Enver, oturmaktan sıkılmış olsada yoğun güzel duygularla bekliyordu. Aradan iki saat kadar bir zaman geçti, Emine hanım kapıda göründü,”Enver bey, müştemilatı ısıttık, banyonuz hazır, kıyafetlerinizde geldi. Lütfen sizi müştemilata alayım”dedi. Enver, Emine hanımın arkasına takılıp müştemilata gitti. Hemen yatak odasına gitti. Yatağın üzerinde temiz kıyafetler ve havlu vardı. Soyundu havluyu sardı ve banyoya girdi, banyosunu yapıp çıktı. Emine hanım akşam yemeğinin saat 19:00’da yendiğini söylemişti. Ayrıca banyoya girmeden önce tıraşını olmuş ve yorgun yüz ifadesi daha çok ortaya çıkmıştı. Hemen giyindi ve büyük eve misafir odasına geri döndü. Aynı yerine oturdu. Saat 18:30 olmuştu… Biraz sonra Leyla hanım içeri girdi. Enveri görünce önce bir şaşırmıştı. Temiz giyimi ve traşlı haliyle oldukça etkileyici bir beyefendiye dönüşmüştü. Gülümseyerek,” sizi az kalsın tanıyamayacaktım Enver bey, böyle daha iyi görünüyorsunuz” dedi. Enver birazda utanarak tebessüm etti, “teşekkür ederim Leyla hanım sizin sayenizde.” Dedi.

Bu arada Emine hanım içeri girmişti,” yemek hazır hanımım.” Dedi. Leyla hanım önde enverle yemek odasına geçtiler. Masa çok güzel yemeklerle hazırlanmıştı. Leyla hanım, Envere yer gösterdi. Oturup sakinlik ve sessizlik içinde yemeklerini yediler. Yemekten sonra oturma odasına geçtiler ve kahve içerken Leyla hanım,” Enver bey, yarın aile doktorumuz oğlumu muayene etmek için gelecek.ş Müsaade ederseniz sizide bir kontrolden geçirelim.” Dedi. Enver,” nasıl isterseniz Leyla hanım.” Dedi. Kahvelerini içtikten sonra o gün yaşadıkları olay üzerine biraz daha konuştular ve Enver müsaade isteyerek kalktı müştemilata geçti. Yorgun ve kafası karışıktı enverin hala olanlara inanamıyordu. Bir hayat kurtarmıştı ve bunun karşılığında hayatı kurtarılarak ödüllendirilmişti. Birden içi kıpır kıpır oldu. Kalktı evi tekrar gezdi. Mutfağa girdi dolapları karıştırdı. Buzdolabı ağzına kadar doldurulmuştu. Kahvaltılıkta dahil birkaç çeşit yemek vardı. Mutfak dolaplarını açtı; tabaklar, tencereler, bardaklar bir evin ihtiyacı olan herşey vardı. Başka bir dolabı açınca çay, kahve, neskafe buldu. Kendine çay yapmaya karar verdi. Çaydanlıklar ocağın üstündeydi, ketıla su koydu, kaynattı, çayı demledi ve demlenmeye bıraktı. Ordan oturma odasına geçti, bir kitaplık görmüştü belki kitap okuyabilirdi. Oturma odasında kitaplığın önüne geçip kitapları taramaya başladı. Birkaç roman vardı klasiklerden, psikoloji, felsefe kitapları, kişisel gelişim kitapları… Oldukça zengin bir kütüphane olduğunu düşündü. Bir psikoloji kitabı seçti, çay artık demlenmişti kendine bir çay koydu ve oturma odasına egeçerek oturdu. Bir taraftan çayını yudumlarken diğer taraftan kitabını okumaya devam etti. Bir iki saat sonra kendisini yorgun hissedince yatak odasına yollandı. Günün getirdiği güzellikleri düşünürken huzurlu bir uykuya daldı.

Sabah kapının çalmasıyla uyandı. Önce uyku sersemi nerde olduğunu anlayamadı. Biraz sonra hatırlayınca yüzüne bir gülümseme yayıldı bu arada kapı ısrarla çalıyordu… Artık ayılmıştı ve kapıdakini daha fazla bekletmemek için hızla kapıya yöneldi. Kapıda orta yaşlı bir adam duruyordu. Enver,” buyrun.” Diye sordu. Adam,” ben Leyla hanımın şöförüyüm. Adım Fevzi. Öncelikle hoşgeldiniz. Leyla hanım sizi bekliyor doktor geldi sizi muayene edecekmiş.” Dedi. Enver hızla giyindi. Şöför hala kapıda onu bekliyordu. Onun peşine takıldı büyük eve gittiler. Leyla hanım ve yanında yaşlıca bir adam onu bekliyorlardı. Leyla hanım doktoru tanıttı Envere, “ bu bey aile doktorumuz Eşref bey.” Dedi. Doktor Envere elini uzattı tokalaştılat. Bu arada leyla hanım, “ ben sizi yalnız bırakayım doktor beyle.” Diyerek odadan çıktı. Doktor, envere dönerek ,”enver bey, önce sizi muayene edeceğim. Sonra kanınızı alıp tahlil yapacağım. Herhangi bir rahatsızlığınız varsa tespit edeceğiz, buyrun şöyle oturun”dedi. Enver oturunca ciğerlerini dinledi, gözlerini kontrol etti, boğazına baktı… Doktor, “şimdilik bir şey yok şimdi kan alacağım, açsınız değil mi?” Diye sordu. “Evet, henüz kahvaltı yapmadım.” Dedi Enver. Doktor üç tüp kan aldı ve bunları bir kutuya koydu. Arkasından,” Enver bey herhangi kötü alışkanlığınız var mı? Alkol, uyuşturucu, sigara, vb. alışkanlıklar.” Diye sordu. Enver,” Hayır yok.” Dedi. “Peki herhangi bir rahatsızlığınız bir şikayetiniz var mı?” Enver,” Bildiğim bir rahatsızlığım yok ama biraz halsizliğim var.” Dedi. Doktor,” Tamam tahlil sonuçlarınıza bakalım ona göre bir tedavi düşünürüz.”dedi. Enver, doktora teşekkür etti ve doktoru kapıya kadar yolcu etti. Kapıda Leyla hanımla karşılaştılar, doktor,” Leyla hanım kan aldım, sonuçlar birkaç güne çıkar. Muayenede bir şey çıkmadı.” Dedi. Leyla hanım,” öyleyse ve ş

 birkaç gün sonra görüşürüz Eşref bey, görüşmek üzere. Doktor gidince Leyla hanım ve Enver oturma odasına geçtiler. Tam oturmak üzereyken Emine hanım geldi ve kahvaltının hazır olduğunu haber verdi.. Yemek odasına geçip kahvaltıya oturdular, Leyla hanım,” nasıl rahat uyuyabildiniz mi Enver bey.” Diye sordu. “Evet, teşekkür ederim.” Dedi Enver. Leyla hanım,” Enver bey, sizden birkaç gün dinlenmenizi rica edeceğim.” Dedi ve devam etti,” tahlil sonuçlarınız  gelsin sağlığınızdan emin olalım daha sonra arkadaşımın bahçivanını çağıracağım size yardımcı olacak.” Dedi. Enver,” teşekkür ederim.” Diyerek yanıtladı onu. Kahvaltıdan sonra Enver bahçeye çıkmak görmek istediğini söyleyince, Leyla hanım onu bahçeye çıkardı. Oldukça büyük bir bahçeydi, adıını bilmediğği çiçeklerle doluyudu üstelik. Ortada küçük biir havuz, biraz ileride çocuklar için bir oyuncak grubu vardı. Bahçenin çevresi ağaçlarla kaplıydı. Birraz daha dolaştıktan sonra içeri girdiler. Leyla hanım,” sizi birkaç gün özzgür bırakıyorum. Dilediğiniz gibi gezip dolaşın.” Dedi. Emine hanımı çağırıp cüzdanını istedi. Gelince cüzdanı aldı ve içinden oldukça yüklü bir meblağda para çıkartarak Enver. Beye verdi;” şimdiliik bunu alın, dolaşırken ihtiyacınız olur.” Enver şaşkınlık içerisinde ne yapacağını bilemedi , uzun zamandır bu kadar büyük meblağda parayı bir arada görmemişti. Leyla hanımm durumu anlamıştı,” lütfen alın çekinmeyin. Hem bunu avans olarak görün, artık benim çalışanımsınız ve bu sizin hakkınız.” Dedi. Enver, çekinerek elini uzattı ve parayı alldı. “ teşekkür ederim.” Dedi. Enver, parayı aldıktan sonra müşteemilata gitti. Paltosunu, atkı, bere ve eldivenlerini aldı. Dışarı çıktı. Bu birkaç gün böyle sürdü. Her gün çıkıp dolaşıyor ve akşam eve geliyordu. Öncelikle sokak hayatını beraber paylaştığı arkadaşlarını buldu. Onların karnını doyurdu, alıp belediyenin evsizler yurduna götürüp yerleştirdi. Kışlık giysiler ayakkabılar aldı. Bir kaçgün sonra akşam müştemilatta otururken kapısı çalındı. Gelen Emineydi, “Enver bey, doktor bey geldi. Sizi görmek istiyor.” Dedi. Beraber büyük eve geçtiler. Doktor ve Leyla hanım misafir odasında onu bekliyordu. İçeri girince Leyla hanım,” hoşgeldiniz Enver bey, tahlil sonuçlarınız çıkmış, doktor bey getirdi şimdi. Bu saatte rahatsız ettik ama doktor bey gelmek için anca fırsat bulabilmiş.” Dedi. Enver,” yok ne demek rahatsız olmadım. Buyrun doktor bey, sonuçlar nasıl. Doktor,” Enver bey, hiçbir sağlık sorununuz yok. Sadece yetersiz beslenmeye bağlı vitaminsizlik çıktı. Bende size birkaç vitamin getirdim. Birkaç ay kullanın değerleriniz yerine gelecektir. Enver,” çok teşekkür ederim. Yardımlarınız ve ilginiz içinde.” Dedi. Doktor,” ayrıca size bir süprizim var. Leyla hanım bana cerrah olduğunuzdan bahsetmişti. Benim çalıştığım hastanede bir cerraha ihtiyaç varmış. Eğer kabul ederseniz sizi önermek isterim.” Dedi. Enver, birden heyecanlanmıştı, Leyla hanımsa araya girip şaka yollu,” bizim bahçivanlık işi yattı desenize. Ama size cerrah olarak daha çok ihtiyaç vardır. Lütfen, bir deneyin derim.” Dedi. Enver hala şaşkın bir şeklilde oturuyordu. Ne diyeceğini bilemedi, gözünden yaşlar boşandı… doktor,” sakin olun, yaşam herşeye gevedir ve önümüze birçok fırsat çıkartır. Buda sizin karşınıza çıkan güzel bir fırsat kaçırmayın derim.” Dedi. Enver başını kaldırdı ve “ teşekkür ederim bana bu fırsatı verdiğiniz için. Bende bunalayık olmaya çalışacağım ve elimden geleni yapacağım.” Dedi. Doktor,” ama önce biraz daha istirahat çünkü vitaminsizlik sizi biraz güçsüz düşürmüş. Bir hafta daha dinlenin, ondan sonra buluşur hastaneye gideriz, değerlendirilmeye alınırsınız.” “ peki.” Dedi Enver. Biraz daha hoşbeşten sonra içi kıpır kıpır müştemilata yollandı. Çok heyecanlanmıştı, uyuyamayacaktı ve kendine bir neskafe yaptı, kitabını alıp okumağa koyuldu.

Bir haftanın geçmesini sabırsızlıkla bekledi. Beklerken boş durmadı; kütüphanedeki tıp kitaplarını karıştırdı, daha çok insan anatomisi… Bu arada arkadaşlarını sık sık ziyaret etti, ihtiyaçlarını giderdi ve müjdeli haberi onlarla paylaştı. Bir hafta sonra; kapısı çalındı, gelen Leyla hanımın şöförü Fevziydi. Envere,” Enver bey, sizi götürmeye geldim. Doktor bey sizi hastanede bekliyor.” Dedi. Şöför, Enveri doktorun çalıştığı hastaneye götürdü, danışmadan doktorun odasını öğrenen Enver, doktorun yanına gitti. Kapısını çalınca içeriden doktorun,” girin.” Demesiyle içeri girdi. Doktor Enver içeri girince ayağa kalktı ve elini uzattı,” hoş geldin azizim, hiç oturmayalım, bizi bekliyorlar başhekimlikte.” Dedi. İkisi beraber başhekimliğe gittiler. Odaya girdiklerinde başhekimle beraber iki kişi daha olduğunu gördüler. Başhekim,” hoşgeldiniz.” Dedi. Odadaki herkesle tanıştı Enver. El sıkıştı, merhabalaştı. Sonra yer gösterildi oturdu. Başhekim ve doktorlar, Envere sorular sordular, oda cevapladı. Başından geçenleri anlattı. Hepside hikayesinden çok etkilenmişlerdi ama onu teselli edip artık yarına bakması gerektiğini telkin ettiler. Enver, bu samimi ve içten ortamda kendini rahat hissetti ve başarabileceğine kendiside inandı. Görüşme bittikten sonra doktorun odasına geçtiler, birazda doktorla sohbet ettikten sonra müştemilata döndü.

Altı ay sonra; Enver, altı ay zarfında başhekime, Eşref doktora, Leyla hanıma ve diğer doktorlara iyi bir cerrah olduğunu ıspatlamıştı. Enverin halsizliği gitmiş ve hatta birkaç kiloda almıştı. Çalıştığı esnada pekçok hastanın hayatını kurtarmış ve hastalarının güvenini kazanmıştı. Mutluydu, şükür içindeydi… yaşadığı güzel şeyleri gördükçe daha da umutla bakıyordu geleceğe. Eşi ve çocuklarının hatırası onu burksada yaşama devam ediyordu. Üstelik yeniden sevebilirdi bile hatta seviyorduda. Leylaya aşık olmuştu, en zor gününde evinin kapısını kendisine açan bu kadına hayrandı. Artık müştemelatta kalmasada Leyla hanımla görüşüyorlardı. Bu görüşmelerinde romantık dakikalar geçiriyor bir dahaki görüşmelerine kadar sabırsızlıkla bekliyordu. Yeniden dünyaya gelmiş gibiydi. Yeni bir hayat, yeni umutlar, güzel bir gelecek. Yeni evinde yatağına uzanıp yarına bakarken mutlulukla gözlerini kapadı…

  ŞİİR MASAL Derenin ötesinde inci tanem… Gözlerim arar ama bulamaz, Onsuz olduğumda nefesi sarar beni, Onunla olduğumdaysa heyecanı...