Müziğin Ruhu
Kaderinin böyle olacağını bilseydi, daha yüksek sesle
ağlardı. Küçücük sepette, kenarına sıkı sıkı tutunduğu elleriyle, sesinin
çıktığı kadar ağlıyordu. Çığlıkları gecenin karanlığını bölerken nihayet bir
çift kulağa ulaştı. Adam, birden keyiflenerek sese doğru yürüdü. Sepetin yanına
ulaştığında, eğilip örtüsünü kaldırdı: “ merhaba ufaklık” diyerek elleriyle
bebeği almak için hamle yaptı… Ses duyan bebek, birden sustu ve kendisini almak
isteyen kollara doğru kollarını uzatarak cevap verdi. Adam bebeği kollarına
alıp hafifçe sarıldı ve “ sakin ol ufaklık, benden sana zarar gelmez.” Diyerek
bebeğin burnunu okşadı. Bebek, bu yabancıdan hoşlanmıştı. Sakinleşerek sustu ve
küçük gülücükler atmaya başladı. “Hadi eve gidelim de karnını doyurup, altını
temizleyelim.” Diyen adam bir koluyla bebeği sardı diğer eliyle sepeti aldı.
20 dk. lık bir yürüyüşten sonra bir deponun önünde durdu.
Kapıyı sertçe vurarak bekledi. “Kim o.” Diye bir ses geldi içerden. “Benim,
babanız.aç.” Diyen sesi duyan çocuk kapıyı açtı. Baba, elinde sepetle içeri
girdi ve “kollarım koptu, alın şunları.” Diyerek bebekle sepeti uzattı. Babayı
görünce kapının önüne yığılan 15 kadar çocuğun arasından iki tanesi aceleyle yürüyerek
bebeği ve sepeti aldılar. “Karnını doyurun, altını temizleyin.” Emrini verdi
baba. Çocuklar verilen emri yerine getirmek için bebeği alarak uzaklaştılar. Onlar
bebekle ilgilenirken, baba, bebeğin sepetini alıp incelemeye başladı. Yatak
yerine birkaç kıyafet kat kat yayılmıştı. Hepsini tek tek kaldırıp inceledi.
Oldukça kaliteli ve zevkli kıyafetlerdi. En son kıyafetide kaldırınca bir zarf
fark etti. Alıp açarak okumaya başladı: “bu bebeğin adı Eren’dir, henüz 6
aylıktır. Lütfen ona iyi bakın” diyen notu okumayı bitirdi. “Eren, güzel
isimmiş, acaba neden sokağa bırakıldı? Hemde kışın ortasında, bu soğukta” diye
bir an düşündü baba ve bebekle ilgilenmek için alan çocuklara seslenerek, “Bu
bebeğin adı Erenmiş, yani bir erkek. İşte size yeni bir kardeş. Onunla siz
ikiniz ilgileneceksiniz. Herşeyiyle, bebek büyüyene kadar nöbetleşe işe
çıkacaksınız.” Diyerek iki arkadaşa yapmaları gerekeni söyledi.
2
Aynı saatlerde başka bir yerde Yetimhanenin kapısı vuruldu,
“Hayırdır, gecenin bu saatinde…” diyen bebek bakıcısı kadın kapıya yöneldi. Kapıyı
açtığında kimseyi göremedi ama hafif bir mırıltı duyarak başını eğince kapının
önündeki sepeti gördü. Ağzından, “Aman Allahım…” diye bir şaşkınlık nidası
çıktı. Eğilip sepetin örtüsünü kaldırdı. Şirin bir çift göz kendisine
bakıyordu. Heyecanla sepeti içeri aldı. Yatak odasına doğru yürürken,”Kızlar
gelin, yeni bir misafirimiz var.” Diyerek seslendi. Yatak odasına gitti, sepeti
küçük ranzalardan birinin kenarına koydu, bebeği çıkarıp yatağa yatırdı. Sepete
dönerek kurcalamaya başladı. Buda diğeri gibi kıyafetler kat kat sepete
serilmişti. En son kattaki kıyafeti alınca altından bir mektup çıktı. Aceleyle
alarak açtı;”bebeğin adı, Ceren, 6 aylık, lütfen ona iyi bakın” diyen bir not. Bakıcı
kadın, “Bu ne vicdansızlık, bu kış vakti hangi densiz bu bebeği kapının önüne
bıraktı.” Diye söylene söylene bebeğe mama hazırlamaya gitti.
15 yıl sonra.
Eren artık 15 yaşında bir delikanlıdır kendisini sokakta
bulup büyüten babanın yanındadır. Dilencilikle başladığı çalışma hayatına keman
çalarak devam etmektedir. Gene bir gün parkta çalarken yanına yaşlı bir kadın
yaklaşır. Ereni birine benzetir ama çıkaramaz. Hafızasını ne kadarda yoklasa
bir sonuç alamaz ama genç çocuktaki müzik yeteneğine hayran kalır. Yanına
yaklaşarak, “Delikanlı, çok güzel çalıyorsun böyle çalmayı nerde öğrendin?”
Diye sorar. Eren,” sokakta öğrendim, kendi kendime çalarak. Müzik kulağım iyidir
duyduğum müziği bir daha unutmam.” Bunu duyan yaşlı kadın, “ bu yeteneği yazık
etmeyelim. Sana burs verelim müzisyen ol.” Bunu duyan Eren heyecanlansa da
korkar, “Ama baba buna izin vermez ki…” diyerek üzüntüyle söylenir. Yaşlı
kadın, “ Bunu kimse bilmek zorunda değil.” Diyerek çocuğu yatıştırır ve
çantasından çıkardığı kağıdın üstüne bir adres yazarak çocuğa verir, “Yarın bu
adrese gel, görüşelim.” Diyerek ordan ayrılır.
Ertesi gün Eren, her zamanki gittiği parkta biraz keman
çalıp para topladıktan sonra, bir gün önce yaşlı kadının kendisine verdiği
adrese gider. Adresi bulması zor olmaz, kapıyı çalar ve açılmasını bekler. Ama
birden dünkü kadına adını sormadığını hatırlar, şimdi kapıyı açana ne
diyecekir. Bunları düşünürken kapı açılır, orta yaşlı bir bayan açmıştır
kapıyı. Yüzü kızararak sorar, “ Dün parkta tanıştığım yaşlı bir bayan beni bu
adrese çağırdı, acaba o burada mı?” Deyince genç bayan, “Siz, keman çalan genç
olacaksınız. Emine hanım sizden bahsetti buyrun.” Diyerek Erene, içeri girmesi
için yol verir. Eren, utana sıkıla içeri girer. Aslında sokaklara ve insanlara
alışkın olduğundan fazla çekingen bir yapısı yoktur fakat bu defa yırtıklarla
dolu eski kıyafetiyle bu güzel yere uymadığını düşünmektedir. Çekine çekine
içeri adım atar. Genç bayan, “Siz bekleyin ben haber vereyim Emine hanıma.”
Der. Kapının iç tarafında duran Eren fazla bekletilmez. Az sonra Emine hanım
görünür, “Hoş geldin oğlum, umarım fazla bekletmedim,” diyerek Erenle
tokalaşır. Erene, “Gel müzik odasına gidelim. Müzik hocası bizi bekliyor.”
Diyerek müzik odasına yönelir, Erende onu takip eder. Müzik odasında orta
yaşlarda bir adam vardır ve onları beklemektedir. Emine hanım, ikisini
tanıştırır; “Eren, bu bey müzik hocamız Yusuf bey, Yusuf bey bu genç adamda
size sözünü ettiğim genç yetenek Eren bey.” Diyerek onları tanıştırır. Yusuf
bey, “Eren bey, Emine hanım sizden övgüyle söz etti. Bilirim müzik kulağı
iyidir, kolay kolay yanılmaz.” Diyerek devam etti,”Vakit kaybetmeyelim, Emine
hanım, duyduğunuz herşeyi çalabildiğinizi söyledi. Bizde buna binaen bir deneme
yapalım, ben, piyanoda bir parça çalacağım, sizde, çaldığım parçayı çalmayı
deneyeceksiniz.” Eren, utangaç utangaç başını olur anlamda salladı. Yusuf bey,
piyanoya geçip “Operadaki Hayalet”i çalmaya başladı. Eren hayranlıkla
dinliyordu. Bu arada Emine hanım, onları rahatsız etmemek için usulca dışarı
çıkmıştı. Yusuf bey çalmayı bitirdi ve Erene dönerek,” Şimdi siz lütfen”
diyerek Ereni çalmaya davet etti. Eren kemanını omuzuna koydu, yayını hazırladı
ve çalmaya başladı. Konsantrasyonu bozulmasın diye gözlerini kapatmıştı. Piyanoda
neyi duyduysa aynısını çaldı. Bir nota bile hata yapmamıştı. Parça bitti ve
Yusuf bey, heyecanla ayağa fırladı. “Bravo, bravo” diyerek çoşkuyla ve
mutlulukla alkışladı. Yusuf bey, “Bana kalırsa yeni bir müzik dehası doğuyor.
Eren bey, tebrik ederim hiç hata yapmadan bitirdiniz. Bundan sonra sizinle
çalışalım. Nota biliyor musunuz?” “Hayır efendim, bilmiyorum” diyerek cevap
verdi Eren. Yusuf bey, “Size, nota öğreterek başlayacağım. Bu, sizin
yeteneğinizi daha da geliştirecek. Hergün saat 13:00 ve 17:00 arası burda
olabilir misiniz?” “Tabi efendim.” Diyerek mutlulukla gülümsedi genç yetenek.
Ama bir sorun vardı, bu dersleri gizli tutmalıydı, bunu nasıl yapacaktı. Bu
sıkıntısından Yusuf beye bahsetti. Oda oldukça pratik bir çözüm getirdi: “ Hergün
buraya gelmen karşılığı sana ücret ödeyeceğim. Böylece baba dediğin kişiyle
aranda bir sorun olmayacak çünkü anladığım kadarıyla onun için önemli olan
sadece para.” “Evet efendim, onun için para; ne yaptığımızdan, nerede
olduğumuzdan daha önemli.” Diyerek, buldukları çözüme mutlulukla gülümsedi…
Aradan altı ay geçmişti. Eren, bu altı ay içinde kendini
geliştirmiş notaları ve teoriyi iyice öğrenmişti. Hocası ve Emine hanım ondan
çok memnundular, tabi Eren’in babasıda memnundu çünkü eline düzenli para
geliyordu. Birgün yusuf bey, Erene,”Bugün seni birisiyle tanıştıracağım. Bundan
sonra beraber çalışacaksınız.” Dedi. Biraz sonra odaya kendi yaşlarında bir
genç kız girdi. Yusuf bey, “ Eren, bu Ceren.” Diyerek onları tanıştırdı. Bu
arada Yusuf bey, dikkatle ikisine bakmaya başladı. Aradaki benzerlik şaşırtıcıydı
ama bir şey demedi. Cerene dönerek, “Kızım, sen piyanoya geç. Eren, sende
kemanını hazırla bakalım.” Diyerek, ilk çalışmalarına başlama talimatı verdi. Ceren’de,
Eren gibi çok iyi bir müzisyendi. 5 yaşında piyanoya başlamıştı ve çalmayı çok
iyi öğrenmişti. Beraber çok iyi bir ikili olmuşlardı. Her gün çalıyorlardı. Her
gün daha iyiye gidiyorlardı. Bu onları destekleyen Emine hanımı ve Yusuf beyi
mutlu ediyordu. Erenle Ceren birbirine alışmış arkadaş olmuşlardı. Çok iyi
anlaşıyorlardı. Kardeş olmuşlardı sanki. Biri sokağa diğeri yetimhane kapısına
bırakılan iki çocuktular ve çok ortak noktaları vardı. Aynı kitapları, aynı
müzikleri ve aynı filmleri seviyorlardı. Hatta yemek zevkleri bile aynıydı… Bu
benzer özellikleri, Yusuf bey ve Emine hanımın bile dikkatini çekmişti. Akıllarına
bir şey geliyordu ama henüz bunu düşünmeleri için erkendi. Zamana bıraktılar.
Birkaç ay sonra bir Yusuf bey ve emine hanım, iki çocuğun
konser vermesine karar verdiler. Eren ve Ceren, konser vermek için hazırdılar. Ay
sonunda, acık stadyumda konser verilmesi karalaştırıldı. Onlara eşlik etmesi
için ünlü bir viyolonistide konsere çağırmaya karar verdiler. Nadiye adındaki
bu kadın 35 yaşındaydı. Genç yaşta iki çocuğunu kaybetmişti. Yıllarca onları
aramış ama bulamamıştı. Kendini tamamen müziğe vermiş ve onda teselli bulmuştu.
Şimdi aldığı teklifi düşünüyordu. İki genç müzisyenle konser vermesi
isteniyordu. Henüz onlarla tanışmıyordu. Yarın tanışacak ve ondan sonra ay
sonuna yani konsere kadar beraber prova yapacaklardı.
Ertesi gün tanıştılar…Nadiye hanım, Ceren ve Eren.
Aralarındaki benzerlik şaşırtıcıydı. Bu benzerliğin üzerinde fazla durmadılar
ama Yusuf beyle Emine hanım, bu benzerlikleri konserden sonra araştırmaya karar
verdiler. Beraber çalışmaya başlamışlardı. Çok uyumluydular, zorlanmadan
ünlülerin klasik parçalarını çalabiliyorlardı. Ama çocuklara bakarken, Nadiye
hanımın gözlerinde hep bir hüzün gizliydi. Ay sonu geldi, çalışmalarının
verimini almışlar ve provalarında oldukça yüksek bir başarı elde etmişlerdi… Konser
zamanı geldi, stadyum hımca hınç dolmuştu. Nadiye hanımın eşi, Mehmet beyde
konserde en önde oturuyordu. Konser başladı ve orkestrayla beraber;
viyolonselde Nadiye hanım, piyanoda Ceren, kemanda Eren, konser başlamıştı. Çok
güzel ve etkileyici çalıyorlardı. Seyirci, her parça bittiğinde ayağa kalkarak
alkışlıyordu. Mehmet beyin yanında oturan Emine hanım ve Yusuf bey, artık düşüncelerinde
emin olmuşlardı. Bir aileyi bir araya getirmiş olduklarını düşünüyorlardı. Bu
düşünceyle sessizce konserin bitmesini beklediler. Son parçada bittikten sonra
herkes ayağa kalktı ve müthiş bir alkış tufanı başladı. Böyle bir geceye böyle
bir alkış yakışırdı anca…
Ertesi gün neredeyse tüm gazeteler bu konseri manşet
yapmıştı. Baba, gazetede Eren’in resmini görünce şok olmuştu. Nasıl olurdu bu,
bu çocuk parkta çalmıyor muydu? Öfkeyle Erenin yattığı ranzaya gitti ve çocuğun
kulağına yapışarak hızlıca çekti. Ne olduğunu anlamayan, kulağının acısıyla şok
olup çığlık atan Eren, yataktan fırladı, “Ne oluyor baba, neden kulağımı
çektin.” Diyerek tepkisini dile getirir. Baba, öfkeyle, “ Daha ne olsun, konserlerde
geziyorsun. Bana yalan mı söyledin? Nasıl çıktın o konsere.” Diye delikanlıyı
azarlar. Eren açıklamaya girişir tedirgin bir şekilde ve bütün olayları
gelişimine göre açıklar. Baba, duyduklarından memnun olmamıştır ve Ereni,
onlardan nasıl uzak tutacağını bilemez bir halde, “Beni, sana ders veren adamla
ve o yaşlı kadınla tanıştıracaksın” der. Eren, babanın aklından neler geçtiğini
bilemediği için tedirgindir. Hemen bu olanları Emine hanıma ve Yusuf beye
anlatmak için sabırsızlanır. Kemanını alarak parka gidiyorum diyerek çıkar.
Hızlı adımlarla yurda yönelir. Vardığında Yusuf beyi bulur.
Emine hanım orada yoktur. Eren Yusuf beye, olanları anlatır. Babanın kendisine
kızdığını ama onlarla tanışmak istediğini söyler. Yusuf beyde, babanın planının
ne olduğunu merak eder ama en iyisi görüşmek diye düşünür. Erene, babanın yarın
gelmesini, kendisiyle görüşeceğini söyler. Genç çocuk, babayla ve
arkadaşlarıyla kaldığı depoya gider ve babaya, yarın görüşmeye gidebileceğini söyler.
Ertesi gün sabah erkenden baba Ereni kaldırır, “Hadi gitme zamanı”der. Çıkarak
yurda giderler. Yusuf bey, erkenden kalkmış olmasına rağmen babanın ve Erenin
bu kadar erken geleceğini tahmin etmez. Ama onları karşılayarak, kabul eder. Babayla
tanışıp hoşbeş ettikten sonra Yusuf bey, babaya neden kendisiyle görüşmek
istediğini sorar. Bunun üzerine baba açık ve dürüst bir dille,” Bu çocuğu ben
buldum bu yaşa getirdim. Besledim büyüttüm, emeğimin karşılığını isterim.”
Diyerek Yusuf beyi ve Emreyi şaşırtır. Yusuf bey, bu istek karşısında şaşırsa
da bir çözüm bulmak için düşünmeye başlar. Babaya,” Siz şimdi gidin ben sizin
isteğinize bir çözüm bulunca gene görüşürüz.” Diyerek onu göndermeye
hazırlanırken aklına ani bir şey gelerek duraklar, “Size bir şey soracağım,
Ereni bulduğunuzda dikkatinizi çekecek bir şey var mıydı üzerinde?” Diye sorar.
Baba,”Evet, üzerinden bir not çıktı. Adı Emre, ona iyi bakın. Diyordu notta.” “Tamam.”
Dedi Yusuf bey, “Şimdi gidebilirsiniz. Teşekkür ederim.”
Yusuf bey, baba gidince Emreyi çağırdı. Ve ona, “ şimdi sana
söyleyeceklerimi iyi dinle. Ama lütfen fazla ümitlenme emin olana kadar.”
Deyince,”sizi dinliyorum” diyerek oturdu. Yusuf bey devam etti,” senin sokağa
bırakıldığın gece, Ceren’de yetimhaneye bırakılmış. Ve o sizin terkedildiğiniz
dönemlerde de Nadiye hanımın ikiz çocukları kaybolmuş. Sizi bir araya
getirdiğimizde aranızdaki benzerliği görmemek kör olmak demektir. Nadiye
hanımla ve Cemreylede konuşup bir test yaptırmak istiyorum. Ne düşünürsün bu
konuda?” Diye sorunca dinledikleri karşısında heyecanlanan Emre,”peki, bir an
önce testi yaptıralım siz diğerleriylede konuştuktan sonra.” Yusuf bey, emine
hanımla anlaştıkları gibi önce yurttaki Cerene daha sonrada yurda davet
ettikleri Nadiye hanıma, şüphelerinden ve test yaptırma isteğinden bahsetti. Nadiye
hanımda, Ceren’de tıpkı Eren gibi heyecanlanmışlar ve öncelikle çok
şaşırmışlardı.
Test için kararlaştırılan günde herkes heyecanla hastanede
buluştu. Mehmet beyede konudan bahsedilmiş ve oda hastaneye gelmişti. Test için
kan örnekleri alındı. Büyük bir heyecanla bir haftanın geçmesi beklendi. Bir
hafta sonra, test sonuçları Yusuf beyin elindeydi. Sonuçları onun alması
kararlŞtırılmıştı. Yurtta Emine hanımın odasında toplanmış oturuyorlardı. Zarf,
Yusuf beyin elindeydi. Herkes, zarfa odaklanmış, heyecanla bekliyorlardı. Yusuf
bey, derin bir nefes aldı ve zarfı açtı. Katlanmış sonuç kağıdınıda açarak
doğrudan sonuç yazısına baktı. Evet, yapılan test sonucu, çocuklarla Nadiye
hanım ve Mehmet beyle yüzde 99 uyum vardı. Hepsi birden sevinç gözyaşlarına
boğuldular. Sanki ilk defa birbirlerini görüyormuş gibi tekrar tekrar hasretle
kucaklaştılar.
Bundan sonraki olaylar hızla gelişti, iki çocuğun evlatları
olduğunu mahkemede ıspat ederek nüfuslarına aldılar, evlerine götürüp onlara
oda hazırladılar. Emre ve Cemre, tüm olanlar karşısında hala şaşkınlık
içindeydiler. Ama ilk heyecanlarını atıp, Mehmet beye baba, Nadiye hanıma anne
dediler. Yavaş yavaş ailelerine alıştılar ve yeniden yuva oldular. Emreyi
büyüten baba, Mehmet beyden yüklü bir bahşiş kopardı. Yusuf bey ve Emine hanım
ailenin en yakın dostu oldu. Sadece akılları kurcalayan bir soru vardı, onuda
Nadiye hanım açıklığa kavuşturdu; “benim, kayınvalidem beni istemiyordu. Onun
eşimden hariç diğer oğluyla kızıda. Eğer çocuk doğurursam mirasa ortak
olacaklardı ve bunuda hiçbiri istemiyordu. Doğum yaptıktan altı ay sonra,
gizlice bebeklerimi alıp birini yetimhaneye diğerini bir duvar dibine
bırakmışlar. Bunları bana ölürken kayınvalidem söyledi. Ne kadar rasakta
çocuklarımı bulamamıştık ama müziğin ruhu onları buldu.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder