12 Şubat 2024 Pazartesi

 Müziğin Ruhu

Kaderinin böyle olacağını bilseydi, daha yüksek sesle ağlardı. Küçücük sepette, kenarına sıkı sıkı tutunduğu elleriyle, sesinin çıktığı kadar ağlıyordu. Çığlıkları gecenin karanlığını bölerken nihayet bir çift kulağa ulaştı. Adam, birden keyiflenerek sese doğru yürüdü. Sepetin yanına ulaştığında, eğilip örtüsünü kaldırdı: “ merhaba ufaklık” diyerek elleriyle bebeği almak için hamle yaptı… Ses duyan bebek, birden sustu ve kendisini almak isteyen kollara doğru kollarını uzatarak cevap verdi. Adam bebeği kollarına alıp hafifçe sarıldı ve “ sakin ol ufaklık, benden sana zarar gelmez.” Diyerek bebeğin burnunu okşadı. Bebek, bu yabancıdan hoşlanmıştı. Sakinleşerek sustu ve küçük gülücükler atmaya başladı. “Hadi eve gidelim de karnını doyurup, altını temizleyelim.” Diyen adam bir koluyla bebeği sardı diğer eliyle sepeti aldı.

20 dk. lık bir yürüyüşten sonra bir deponun önünde durdu. Kapıyı sertçe vurarak bekledi. “Kim o.” Diye bir ses geldi içerden. “Benim, babanız.aç.” Diyen sesi duyan çocuk kapıyı açtı. Baba, elinde sepetle içeri girdi ve “kollarım koptu, alın şunları.” Diyerek bebekle sepeti uzattı. Babayı görünce kapının önüne yığılan 15 kadar çocuğun arasından iki tanesi aceleyle yürüyerek bebeği ve sepeti aldılar. “Karnını doyurun, altını temizleyin.” Emrini verdi baba. Çocuklar verilen emri yerine getirmek için bebeği alarak uzaklaştılar. Onlar bebekle ilgilenirken, baba, bebeğin sepetini alıp incelemeye başladı. Yatak yerine birkaç kıyafet kat kat yayılmıştı. Hepsini tek tek kaldırıp inceledi. Oldukça kaliteli ve zevkli kıyafetlerdi. En son kıyafetide kaldırınca bir zarf fark etti. Alıp açarak okumaya başladı: “bu bebeğin adı Eren’dir, henüz 6 aylıktır. Lütfen ona iyi bakın” diyen notu okumayı bitirdi. “Eren, güzel isimmiş, acaba neden sokağa bırakıldı? Hemde kışın ortasında, bu soğukta” diye bir an düşündü baba ve bebekle ilgilenmek için alan çocuklara seslenerek, “Bu bebeğin adı Erenmiş, yani bir erkek. İşte size yeni bir kardeş. Onunla siz ikiniz ilgileneceksiniz. Herşeyiyle, bebek büyüyene kadar nöbetleşe işe çıkacaksınız.” Diyerek iki arkadaşa yapmaları gerekeni söyledi.

2

Aynı saatlerde başka bir yerde Yetimhanenin kapısı vuruldu, “Hayırdır, gecenin bu saatinde…” diyen bebek bakıcısı kadın kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında kimseyi göremedi ama hafif bir mırıltı duyarak başını eğince kapının önündeki sepeti gördü. Ağzından, “Aman Allahım…” diye bir şaşkınlık nidası çıktı. Eğilip sepetin örtüsünü kaldırdı. Şirin bir çift göz kendisine bakıyordu. Heyecanla sepeti içeri aldı. Yatak odasına doğru yürürken,”Kızlar gelin, yeni bir misafirimiz var.” Diyerek seslendi. Yatak odasına gitti, sepeti küçük ranzalardan birinin kenarına koydu, bebeği çıkarıp yatağa yatırdı. Sepete dönerek kurcalamaya başladı. Buda diğeri gibi kıyafetler kat kat sepete serilmişti. En son kattaki kıyafeti alınca altından bir mektup çıktı. Aceleyle alarak açtı;”bebeğin adı, Ceren, 6 aylık, lütfen ona iyi bakın” diyen bir not. Bakıcı kadın, “Bu ne vicdansızlık, bu kış vakti hangi densiz bu bebeği kapının önüne bıraktı.” Diye söylene söylene bebeğe mama hazırlamaya gitti.

 

15 yıl sonra.

Eren artık 15 yaşında bir delikanlıdır kendisini sokakta bulup büyüten babanın yanındadır. Dilencilikle başladığı çalışma hayatına keman çalarak devam etmektedir. Gene bir gün parkta çalarken yanına yaşlı bir kadın yaklaşır. Ereni birine benzetir ama çıkaramaz. Hafızasını ne kadarda yoklasa bir sonuç alamaz ama genç çocuktaki müzik yeteneğine hayran kalır. Yanına yaklaşarak, “Delikanlı, çok güzel çalıyorsun böyle çalmayı nerde öğrendin?” Diye sorar. Eren,” sokakta öğrendim, kendi kendime çalarak. Müzik kulağım iyidir duyduğum müziği bir daha unutmam.” Bunu duyan yaşlı kadın, “ bu yeteneği yazık etmeyelim. Sana burs verelim müzisyen ol.” Bunu duyan Eren heyecanlansa da korkar, “Ama baba buna izin vermez ki…” diyerek üzüntüyle söylenir. Yaşlı kadın, “ Bunu kimse bilmek zorunda değil.” Diyerek çocuğu yatıştırır ve çantasından çıkardığı kağıdın üstüne bir adres yazarak çocuğa verir, “Yarın bu adrese gel, görüşelim.” Diyerek ordan ayrılır.

 

Ertesi gün Eren, her zamanki gittiği parkta biraz keman çalıp para topladıktan sonra, bir gün önce yaşlı kadının kendisine verdiği adrese gider. Adresi bulması zor olmaz, kapıyı çalar ve açılmasını bekler. Ama birden dünkü kadına adını sormadığını hatırlar, şimdi kapıyı açana ne diyecekir. Bunları düşünürken kapı açılır, orta yaşlı bir bayan açmıştır kapıyı. Yüzü kızararak sorar, “ Dün parkta tanıştığım yaşlı bir bayan beni bu adrese çağırdı, acaba o burada mı?” Deyince genç bayan, “Siz, keman çalan genç olacaksınız. Emine hanım sizden bahsetti buyrun.” Diyerek Erene, içeri girmesi için yol verir. Eren, utana sıkıla içeri girer. Aslında sokaklara ve insanlara alışkın olduğundan fazla çekingen bir yapısı yoktur fakat bu defa yırtıklarla dolu eski kıyafetiyle bu güzel yere uymadığını düşünmektedir. Çekine çekine içeri adım atar. Genç bayan, “Siz bekleyin ben haber vereyim Emine hanıma.” Der. Kapının iç tarafında duran Eren fazla bekletilmez. Az sonra Emine hanım görünür, “Hoş geldin oğlum, umarım fazla bekletmedim,” diyerek Erenle tokalaşır. Erene, “Gel müzik odasına gidelim. Müzik hocası bizi bekliyor.” Diyerek müzik odasına yönelir, Erende onu takip eder. Müzik odasında orta yaşlarda bir adam vardır ve onları beklemektedir. Emine hanım, ikisini tanıştırır; “Eren, bu bey müzik hocamız Yusuf bey, Yusuf bey bu genç adamda size sözünü ettiğim genç yetenek Eren bey.” Diyerek onları tanıştırır. Yusuf bey, “Eren bey, Emine hanım sizden övgüyle söz etti. Bilirim müzik kulağı iyidir, kolay kolay yanılmaz.” Diyerek devam etti,”Vakit kaybetmeyelim, Emine hanım, duyduğunuz herşeyi çalabildiğinizi söyledi. Bizde buna binaen bir deneme yapalım, ben, piyanoda bir parça çalacağım, sizde, çaldığım parçayı çalmayı deneyeceksiniz.” Eren, utangaç utangaç başını olur anlamda salladı. Yusuf bey, piyanoya geçip “Operadaki Hayalet”i çalmaya başladı. Eren hayranlıkla dinliyordu. Bu arada Emine hanım, onları rahatsız etmemek için usulca dışarı çıkmıştı. Yusuf bey çalmayı bitirdi ve Erene dönerek,” Şimdi siz lütfen” diyerek Ereni çalmaya davet etti. Eren kemanını omuzuna koydu, yayını hazırladı ve çalmaya başladı. Konsantrasyonu bozulmasın diye gözlerini kapatmıştı. Piyanoda neyi duyduysa aynısını çaldı. Bir nota bile hata yapmamıştı. Parça bitti ve Yusuf bey, heyecanla ayağa fırladı. “Bravo, bravo” diyerek çoşkuyla ve mutlulukla alkışladı. Yusuf bey, “Bana kalırsa yeni bir müzik dehası doğuyor. Eren bey, tebrik ederim hiç hata yapmadan bitirdiniz. Bundan sonra sizinle çalışalım. Nota biliyor musunuz?” “Hayır efendim, bilmiyorum” diyerek cevap verdi Eren. Yusuf bey, “Size, nota öğreterek başlayacağım. Bu, sizin yeteneğinizi daha da geliştirecek. Hergün saat 13:00 ve 17:00 arası burda olabilir misiniz?” “Tabi efendim.” Diyerek mutlulukla gülümsedi genç yetenek. Ama bir sorun vardı, bu dersleri gizli tutmalıydı, bunu nasıl yapacaktı. Bu sıkıntısından Yusuf beye bahsetti. Oda oldukça pratik bir çözüm getirdi: “ Hergün buraya gelmen karşılığı sana ücret ödeyeceğim. Böylece baba dediğin kişiyle aranda bir sorun olmayacak çünkü anladığım kadarıyla onun için önemli olan sadece para.” “Evet efendim, onun için para; ne yaptığımızdan, nerede olduğumuzdan daha önemli.” Diyerek, buldukları çözüme mutlulukla gülümsedi…

 

Aradan altı ay geçmişti. Eren, bu altı ay içinde kendini geliştirmiş notaları ve teoriyi iyice öğrenmişti. Hocası ve Emine hanım ondan çok memnundular, tabi Eren’in babasıda memnundu çünkü eline düzenli para geliyordu. Birgün yusuf bey, Erene,”Bugün seni birisiyle tanıştıracağım. Bundan sonra beraber çalışacaksınız.” Dedi. Biraz sonra odaya kendi yaşlarında bir genç kız girdi. Yusuf bey, “ Eren, bu Ceren.” Diyerek onları tanıştırdı. Bu arada Yusuf bey, dikkatle ikisine bakmaya başladı. Aradaki benzerlik şaşırtıcıydı ama bir şey demedi. Cerene dönerek, “Kızım, sen piyanoya geç. Eren, sende kemanını hazırla bakalım.” Diyerek, ilk çalışmalarına başlama talimatı verdi. Ceren’de, Eren gibi çok iyi bir müzisyendi. 5 yaşında piyanoya başlamıştı ve çalmayı çok iyi öğrenmişti. Beraber çok iyi bir ikili olmuşlardı. Her gün çalıyorlardı. Her gün daha iyiye gidiyorlardı. Bu onları destekleyen Emine hanımı ve Yusuf beyi mutlu ediyordu. Erenle Ceren birbirine alışmış arkadaş olmuşlardı. Çok iyi anlaşıyorlardı. Kardeş olmuşlardı sanki. Biri sokağa diğeri yetimhane kapısına bırakılan iki çocuktular ve çok ortak noktaları vardı. Aynı kitapları, aynı müzikleri ve aynı filmleri seviyorlardı. Hatta yemek zevkleri bile aynıydı… Bu benzer özellikleri, Yusuf bey ve Emine hanımın bile dikkatini çekmişti. Akıllarına bir şey geliyordu ama henüz bunu düşünmeleri için erkendi. Zamana bıraktılar.

 

Birkaç ay sonra bir Yusuf bey ve emine hanım, iki çocuğun konser vermesine karar verdiler. Eren ve Ceren, konser vermek için hazırdılar. Ay sonunda, acık stadyumda konser verilmesi karalaştırıldı. Onlara eşlik etmesi için ünlü bir viyolonistide konsere çağırmaya karar verdiler. Nadiye adındaki bu kadın 35 yaşındaydı. Genç yaşta iki çocuğunu kaybetmişti. Yıllarca onları aramış ama bulamamıştı. Kendini tamamen müziğe vermiş ve onda teselli bulmuştu. Şimdi aldığı teklifi düşünüyordu. İki genç müzisyenle konser vermesi isteniyordu. Henüz onlarla tanışmıyordu. Yarın tanışacak ve ondan sonra ay sonuna yani konsere kadar beraber prova yapacaklardı.

 

Ertesi gün tanıştılar…Nadiye hanım, Ceren ve Eren. Aralarındaki benzerlik şaşırtıcıydı. Bu benzerliğin üzerinde fazla durmadılar ama Yusuf beyle Emine hanım, bu benzerlikleri konserden sonra araştırmaya karar verdiler. Beraber çalışmaya başlamışlardı. Çok uyumluydular, zorlanmadan ünlülerin klasik parçalarını çalabiliyorlardı. Ama çocuklara bakarken, Nadiye hanımın gözlerinde hep bir hüzün gizliydi. Ay sonu geldi, çalışmalarının verimini almışlar ve provalarında oldukça yüksek bir başarı elde etmişlerdi… Konser zamanı geldi, stadyum hımca hınç dolmuştu. Nadiye hanımın eşi, Mehmet beyde konserde en önde oturuyordu. Konser başladı ve orkestrayla beraber; viyolonselde Nadiye hanım, piyanoda Ceren, kemanda Eren, konser başlamıştı. Çok güzel ve etkileyici çalıyorlardı. Seyirci, her parça bittiğinde ayağa kalkarak alkışlıyordu. Mehmet beyin yanında oturan Emine hanım ve Yusuf bey, artık düşüncelerinde emin olmuşlardı. Bir aileyi bir araya getirmiş olduklarını düşünüyorlardı. Bu düşünceyle sessizce konserin bitmesini beklediler. Son parçada bittikten sonra herkes ayağa kalktı ve müthiş bir alkış tufanı başladı. Böyle bir geceye böyle bir alkış yakışırdı anca…

 

Ertesi gün neredeyse tüm gazeteler bu konseri manşet yapmıştı. Baba, gazetede Eren’in resmini görünce şok olmuştu. Nasıl olurdu bu, bu çocuk parkta çalmıyor muydu? Öfkeyle Erenin yattığı ranzaya gitti ve çocuğun kulağına yapışarak hızlıca çekti. Ne olduğunu anlamayan, kulağının acısıyla şok olup çığlık atan Eren, yataktan fırladı, “Ne oluyor baba, neden kulağımı çektin.” Diyerek tepkisini dile getirir. Baba, öfkeyle, “ Daha ne olsun, konserlerde geziyorsun. Bana yalan mı söyledin? Nasıl çıktın o konsere.” Diye delikanlıyı azarlar. Eren açıklamaya girişir tedirgin bir şekilde ve bütün olayları gelişimine göre açıklar. Baba, duyduklarından memnun olmamıştır ve Ereni, onlardan nasıl uzak tutacağını bilemez bir halde, “Beni, sana ders veren adamla ve o yaşlı kadınla tanıştıracaksın” der. Eren, babanın aklından neler geçtiğini bilemediği için tedirgindir. Hemen bu olanları Emine hanıma ve Yusuf beye anlatmak için sabırsızlanır. Kemanını alarak parka gidiyorum diyerek çıkar.

 

Hızlı adımlarla yurda yönelir. Vardığında Yusuf beyi bulur. Emine hanım orada yoktur. Eren Yusuf beye, olanları anlatır. Babanın kendisine kızdığını ama onlarla tanışmak istediğini söyler. Yusuf beyde, babanın planının ne olduğunu merak eder ama en iyisi görüşmek diye düşünür. Erene, babanın yarın gelmesini, kendisiyle görüşeceğini söyler. Genç çocuk, babayla ve arkadaşlarıyla kaldığı depoya gider ve babaya, yarın görüşmeye gidebileceğini söyler. Ertesi gün sabah erkenden baba Ereni kaldırır, “Hadi gitme zamanı”der. Çıkarak yurda giderler. Yusuf bey, erkenden kalkmış olmasına rağmen babanın ve Erenin bu kadar erken geleceğini tahmin etmez. Ama onları karşılayarak, kabul eder. Babayla tanışıp hoşbeş ettikten sonra Yusuf bey, babaya neden kendisiyle görüşmek istediğini sorar. Bunun üzerine baba açık ve dürüst bir dille,” Bu çocuğu ben buldum bu yaşa getirdim. Besledim büyüttüm, emeğimin karşılığını isterim.” Diyerek Yusuf beyi ve Emreyi şaşırtır. Yusuf bey, bu istek karşısında şaşırsa da bir çözüm bulmak için düşünmeye başlar. Babaya,” Siz şimdi gidin ben sizin isteğinize bir çözüm bulunca gene görüşürüz.” Diyerek onu göndermeye hazırlanırken aklına ani bir şey gelerek duraklar, “Size bir şey soracağım, Ereni bulduğunuzda dikkatinizi çekecek bir şey var mıydı üzerinde?” Diye sorar. Baba,”Evet, üzerinden bir not çıktı. Adı Emre, ona iyi bakın. Diyordu notta.” “Tamam.” Dedi Yusuf bey, “Şimdi gidebilirsiniz. Teşekkür ederim.”

 

Yusuf bey, baba gidince Emreyi çağırdı. Ve ona, “ şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle. Ama lütfen fazla ümitlenme emin olana kadar.” Deyince,”sizi dinliyorum” diyerek oturdu. Yusuf bey devam etti,” senin sokağa bırakıldığın gece, Ceren’de yetimhaneye bırakılmış. Ve o sizin terkedildiğiniz dönemlerde de Nadiye hanımın ikiz çocukları kaybolmuş. Sizi bir araya getirdiğimizde aranızdaki benzerliği görmemek kör olmak demektir. Nadiye hanımla ve Cemreylede konuşup bir test yaptırmak istiyorum. Ne düşünürsün bu konuda?” Diye sorunca dinledikleri karşısında heyecanlanan Emre,”peki, bir an önce testi yaptıralım siz diğerleriylede konuştuktan sonra.” Yusuf bey, emine hanımla anlaştıkları gibi önce yurttaki Cerene daha sonrada yurda davet ettikleri Nadiye hanıma, şüphelerinden ve test yaptırma isteğinden bahsetti. Nadiye hanımda, Ceren’de tıpkı Eren gibi heyecanlanmışlar ve öncelikle çok şaşırmışlardı.

 

Test için kararlaştırılan günde herkes heyecanla hastanede buluştu. Mehmet beyede konudan bahsedilmiş ve oda hastaneye gelmişti. Test için kan örnekleri alındı. Büyük bir heyecanla bir haftanın geçmesi beklendi. Bir hafta sonra, test sonuçları Yusuf beyin elindeydi. Sonuçları onun alması kararlŞtırılmıştı. Yurtta Emine hanımın odasında toplanmış oturuyorlardı. Zarf, Yusuf beyin elindeydi. Herkes, zarfa odaklanmış, heyecanla bekliyorlardı. Yusuf bey, derin bir nefes aldı ve zarfı açtı. Katlanmış sonuç kağıdınıda açarak doğrudan sonuç yazısına baktı. Evet, yapılan test sonucu, çocuklarla Nadiye hanım ve Mehmet beyle yüzde 99 uyum vardı. Hepsi birden sevinç gözyaşlarına boğuldular. Sanki ilk defa birbirlerini görüyormuş gibi tekrar tekrar hasretle kucaklaştılar.

 

Bundan sonraki olaylar hızla gelişti, iki çocuğun evlatları olduğunu mahkemede ıspat ederek nüfuslarına aldılar, evlerine götürüp onlara oda hazırladılar. Emre ve Cemre, tüm olanlar karşısında hala şaşkınlık içindeydiler. Ama ilk heyecanlarını atıp, Mehmet beye baba, Nadiye hanıma anne dediler. Yavaş yavaş ailelerine alıştılar ve yeniden yuva oldular. Emreyi büyüten baba, Mehmet beyden yüklü bir bahşiş kopardı. Yusuf bey ve Emine hanım ailenin en yakın dostu oldu. Sadece akılları kurcalayan bir soru vardı, onuda Nadiye hanım açıklığa kavuşturdu; “benim, kayınvalidem beni istemiyordu. Onun eşimden hariç diğer oğluyla kızıda. Eğer çocuk doğurursam mirasa ortak olacaklardı ve bunuda hiçbiri istemiyordu. Doğum yaptıktan altı ay sonra, gizlice bebeklerimi alıp birini yetimhaneye diğerini bir duvar dibine bırakmışlar. Bunları bana ölürken kayınvalidem söyledi. Ne kadar rasakta çocuklarımı bulamamıştık ama müziğin ruhu onları buldu.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  ŞİİR MASAL Derenin ötesinde inci tanem… Gözlerim arar ama bulamaz, Onsuz olduğumda nefesi sarar beni, Onunla olduğumdaysa heyecanı...