1 Haziran 2019 Cumartesi

Sevgi


                                                                                      Sevgi
        Sevgiyi kelimelere dökmek öyle basit bir iş değil… Sevgi nedir diye tanımlamaya kalksak gerçekten zor iş. Biz kıyısından köşesinden bir giriş yapalım: ilgi göstermeye yönelten duygu diye tanımlayabiliriz kısaca. Ama siz bu kısa tanıma takılıp kalmayın daha farklı şekilde tanımları da olabilir. Ve yaşayan yaşamayan pek çok şey sevginin konusudur…
        Sevginin birçokta çeşidi vardır: insan sevgisi, hayvan sevgisi ( veya canlı sevgisi), bitki sevgisi, spor sevgisi, yemek sevgisi, kıyafet sevgisi vb birçok sevgi çeşidi vardır. Açıkçası yaşamımızda olan her şey sevginin konusu olabilir.
        Sevgi yaşamımızın öncelikli duyguları arasındadır ve bizler sevgisiz yaşayamayız. Sevgisizlik nasıl ki bizi strese, üzüntüye yönlendirir sevgide bizi mutluluğa ve sağlıklı ilişkilere kısacası sağlıklı bir dünyaya taşır.
        Sevgi korkularımızı yenmemize yardımcı olduğu gibi zorlandığımız şeylerin üstesinden gelmemize de çok yardımcı olur. Örneğin: yaptığımız işi severek yapıyorsak bu bizi daha mutlu eder ve işimizin zorluklarının üstesinden gelmemiz daha kolay olur. Veya sevdiğimiz insanlarla iletişimde zorluk çektiğimizde sevgimizden güç alarak sorunumuzun üstesinden gelmeye çalışırız oysa karşımızdakini sevmezsek çabalama gereği duymayız bile.
        İnsanlar ilişkilerine ciddi sevgi ihtiyacı duyarlar mesela anne ve babamız birbirini sevmezse evlenemez ve biz dünyaya gelemezdik. Ve geliştirdiğimiz sevgi dili olmasa iletişim sorunu yaşar anne ve babamız anlaşamaz bizde sorunlar içerisinde büyürdük. Sevgi ailenin temel taşıdır diyebiliriz bu durumda. Temel taş olmadan da hiçbir duvar yerinde sağlam olmaz evlilik vb ilişkilerde olduğu gibi.
        Sevgi olmasa kardeşlerimizle de geçinemezdik… Çünkü yukarıda da belirtimiz gibi sevgi ilişkilerin temel taşıdır ve bir ilişkide sevgi yoksa o ilişki sağlıksızdır. Sağlık açısından da sevgi çok gereklidir. Ruhsal sorunlarımızı ve fiziksel hastalıklarımızı bile sevgiyle aşabiliriz. Sevgi suni ilaçlardan daha fazla sağlıklı bir ilaçtır çaresiz sandığımız hastalıklarımıza…
        Sevgi toplumlar üzerinde de çok etkilidir. Sevgiyle bağlar daha da güçlenir ve herkes kendi işini daha güzel yapar. Bizlerde toplum içerisinde yaşadığımız için sevgiyle kendimizi besler ve yaşadığımız toplumda uyum içerisinde ilişkilerimizi sürdürürüz. Çünkü sevgi ilişkileri kolaylaştıran bir ilaç gibidir. Sevgiyle affeder sevgiyle destek olur sevgiyle besleriz birbirimizi.
        Sevgi ayrıca evrensel bir duygudur sadece A kişisine veya B toplumuna aittir diye bir durum yoktur. Yeryüzündeki tüm canlılara karşı sevgiyle iletişimimiz vardır ve sevgi dünya üzerindeki toplumlar arası bağıda güçlendirir. Her şeyi ve herkesi sevmemiz mümkün olmasa bile bizde aitlik hissi oluşturan toplumlara sevgiyle yakınlık hisseder ve sevgiyle onların yaptırımlarını uygularız çünkü sevginin güçlü bir yaptırım yönü vardır.
        Sevgisiz ne olur; sevginin olmadığı yerde nefret ve şiddet olur. İnsanlar, canlılara karşı sevgi hissetmedikleri için yıkıcı olurlar ve dünyamız kötüye gider. Toplumlar birbirlerine sevgi hissetmediği için toplumlar arası şiddet doğar ve savaşlar olur. İnsan ilişkilerinde sevgi olmasa; ilişkiler biter ve insanlar birbirlerine soğuk davranırlar.
        Sevginin varlığını sürdürmesi gereklidir çünkü dünya ve canlılar sevgisiz olmaz. Nasıl ki yemeğe, içmeğe, uyumağa ihtiyacımız var ve bunlar bizim yaşamımızı sağlıklı hale getirir sevgide bir ihtiyacımızdır ve bizim ruh dünyamızı sağlıklı hale getirir. Olmak istediğimiz topluluğu sevgiyle seçer ve yakınlık kurarız.Bu yüzden sevgisiz ortamlardan uzak durmalı veya sevgisizliği sevgiye çeviren yöntemler bulmalıyız.
        Sevgi, hoşgörüyü arttırır, aradaki bağları güçlendirir ve bizi sımsıkı birbirimize bağlar. Bu bağların kopmasını istemiyorsak ve yaşamımızı sağlıklı devam ettirmek istiyorsak kendimizi ve çevremizi sevgiyle beslemeliyiz. Hepinize sevgi dolu güzel günler.


Sevgili Ramazan


                                                            Sevgili Ramazan
Hoş geldin sevgili ramazan… Bu senede hoş geldin. On bir ayın sultanı, gelmeni dört gözle bekliyorduk. Her sene bizlere getirdiğin bereket, huzur, maneviyat için teşekkür ederiz. Bize  “ Ey Mü’minler! Sizden öncekilere Farz kılındığı gibi, Takvâ’ya ulaşasınız diye size de Oruc farz kılındı”  Âyet-i Kerimesi ile Farz kılındın. Sen olmasan beklide kendi varlığımızın çok yönünü göremeyeceğiz. Aslında bize sağladığın faydalardan önce sen bizim rabbimize ibadet ve itaat kapısı oldun.
Allah kullarına çeşitli çeşitli nimetler vermiş ve bizleri en güzelinden rızıklandırmış. Bizlerde bu nimetleri elimizden geldiği kadar değerlendirmeye çalışıyor ve şükrünü eda etmeye çalışıyoruz. Bu nimetlerden biride sensin sevgili ramazan; Allah, seni bize gönderdiği zaman içinde çeşit çeşit rızıklar nimetler saklamış ve bu ayı en güzel şekilde ihya edeni en güzel şekliyle ödüllendireceğini bildirmiştir.
Ramazan, sen aç kalmaktan öte insana çok şey öğreten bir aysın. Oruçlu olmakla senden çok şey öğreniriz; sabrı, maneviyatı, açların halini, güzel huylara sahip olmayı ki biliyorsun oruçken kötü söz söylenmez, küfredilmez, kavga edilmez ve bize sıkıntı veren kişilere karşı sabırlı olunur. Çünkü sen bizlerin kendi iç dünyamıza bakmamıza neden oluyorsun ve kendi bilincimize çok şey gösteriyor maneviyatımızı da artırıyorsun.
Maneviyatımızı geliştirmeye yardımcı oluyorsun yani bizler oruç tutup orucun gereklerini yerine getirdikçe Allaha daha çok yaklaşırız, maneviyatımız güçlenir, huyumuz güzelleşir, daha sağlıklı bir kişilik haline geliriz ve nefsimizin kötü etkilerinden çıkarak daha sağlıklı bir psikolojiye erişiriz. Ve Allaha kul olma bilincimizi geliştirdiğin gibi, kula olma disiplinimizi de geliştiriyorsun. Peygamberimizin de dediği gibi; ahlâkı güzelleştirmedeki eğitici rolüne ve Ramazan ayını oruçlu geçirenin günahlarının bağışlanacağını ve oruçluların cennette yüksek derecelere nâil olacaklarını içeriyorsun. Ayrıca küçük günahlarımıza da kefaret oluyorsun tuttuğumuz oruçla.
Seninle helalleri tanıyıp kendimizi olumlu yönde geliştirdiğimiz gibi; koyulan yasaklarla da haramları tanıyıp kendimizi koruyoruz. Rabbim seni bizim için bir eğitmen kılmış ve bize öğrettiklerinle saadete eriyoruz.  Yüce Allah bir Hadîs-i Kutsîde; “Oruc Benim içindir, sevâbını da ancak Ben bilir, Ben takdir eder ve Ben veririm” diyor senin için. ve bizlerin pek çok hayra sahip olmasına neden oluyorsun. Senden sabrı, gayreti, tefekkürü de öğreniyoruz. Zihnimizin berraklaşmasına yardımcıda oluyorsun.
Hem sen, bizlerin sosyal yönünü kuvvetlendirdiğin gibi yardımlaşma yönümüzü de açığa çıkartıyorsun. İçimizdeki kardeşlik ve merhamet bağlarını ortaya çıkartıp kullanmamıza yardımcı oluyorsun. Fakirlere ve hastalara karşı merhametli ve şevkatli olmamızı sağlıyorsun. Bak peygamberimiz seni ne güzel övmüş; “Sizlere Oruç tutmanızı tavsiye ederim. Çünkü oruç kalplerinizi saflaştırır”.
Seninle sadece maneviyatımız gelişmiyor bedenimizde temizleniyor ve sağlığa kavuşuyor. Sen; fiilen insanın hayâtını yeniler, vücuttaki fazlalıkları atar, mideyi ve hazım organlarını rahatlatır, sağlığa kavuşturursun. Yiyecek ve içeceklerin bıraktığı kokuları da yok ediyorsin ve kısacası varlığımıza şifa katarsın…
Her sene seni sabırsızlıkla bekliyoruz. İftar saati gelince Allahın bize verdiği nimetlerle soframıza oturuyoruz ve topun patlamasını bekliyoruz. Büyük bir keyifle teravilerimizi kılıyoruz. Sevgili oruç bize sağladığın bu güzel şeyler için teşekkür ediyorum. İnşallah bu senede çok bereketli ve güzel geçersin.
Daha nice ramazanlara ve nice bayramlara olsun…


Umut


                                                                                             Umut
Umut etmek sözlükte: "Bir şeyin olmasını istemek, beklemek" veya "Sanmak, tahmin etmek" anlamlarına gelir. Bir diğer açıklamada İslamiyet dedir: İlerde meydana gelmesi umulan arzu edilen bir şeye kalbin ilgi göstermesidir. İki açıklamada birbirini tamamlıyor. Umut normalde psikolojide erdem sayılırken İslamiyet de inancın bir parçasıdır ve ne yaşanırsa yaşansın Allah’tan umudun kesilmemesidir.
Açıklama hangi şekilde gelirse gelsin özü aynıdır umut yaşama dair güzel beklentileri içerir ve bu beklentiler dini veyahut güncelide kapsar. Umudu bu kadar önemli yapan şeyse psikolojimizi sağlıklı tutmak ve çöküntüye uğramamak. Çünkü eğer umudumuzu canlı tutarsak yaşam enerjimiz artar ve yaşadığımız anla geleceğe daha sağlıklı bakar ve daha azimli oluruz yapmak istediğimiz şeylere dair.
Umut, bir yandan insanı olgunlaştırmaktadır da çünkü bu duygu umut eden insanın daha sabırlı daha sağduyulu ve daha objektif bakmasıdır olaylara buda insanın ruhsal yapısını korur. Bir kimse kişisel yaşamındaki olay ve durumlarla ilgili olumlu sonuçlar çıkarabilir ve buda umutla bağlantılıdır.
Dini açıdan baktığımızda ise: kul, Allahın rahmetinin kendisinden uzaklaşacağına dair korkularını bir kenara atarak umut eder. İnsan olarak günah işleyebiliriz ve Allah bizi kendinden uzaklaştırıp cezalandırabilir. Buda inanan bir insan için çok üzücü bir şeydir. Oysa umut edersek ve Allahtan bizi affetmesini istersek bu bizim faydamıza olur. Burada affedilmeyi istemek umut duygusunun yönlendirmesiyle olur. Ayrıca Allah, umutsuzluk ve yeisin şeytandan olduğunu ve onun etkisine kapılarak umut etmekten vazgeçmememiz gerektiğini bize hatırlatır. Bize dünya hayatının geçici olduğunu ve ahrete ait olumlu duygular geliştirmek için umuda ihtiyacımız olduğunu öğretir.
Güncel hayatımızdaysa umut genellikle beklentilerimizle alakalıdır. Birinden bir şey isteriz veya bir isteğimizin gerçekleşmesini isteriz. Eğer isteğimiz gerçekleşmezse hayal kırıklığı yaşarız ve işte bu durumda umut devreye girerek bugün olmazsa yarın olur düşüncesiyle bizi olumlu bir ruhsal yapıya yönlendirir.
Umut kelimesi pozitif bir kelimedir ve umutsuzluk gibi negatif bir kelimenin tersidir. Yapısal olarak genelde olumsuz düşüncelere daha yatkınızdır bundan dolayı olumlu düşünceleri bilinçaltımıza yerleştirerek yaşamımızda kullanmak zordur. Ama umut burada da devreye girerek bize olumlu sonuçlar düşünmeyi öğreterek ruh sağlığımızı düzeltir. Umut duygusunu güçlendiren insanlar daha pozitif daha sağlıklı düşünür ve geleceğe daha olumlu bakar çünkü gelecekten umut dolu beklentileri vardır.
Ertelenmiş umutlar perişan eder insanı der bir yazar. Buda bizim bir çeşit kaçışımızdır aslında. Bir şey hakkında umudumuzu beslemek yerine olumsuz düşüncelere kapılarak umudu ertelersek bu kendimizi de harabeye döndürmeye benzer. Harabeye dönmek istemiyorsak, gücümüzü kaybetmek istemiyorsak umuttan kaçmamalıyız ve beslemeliyiz kendimizi. Bilinçaltımızdaki olumsuz duygu ve düşünceleri yenerek olumlama durumuna geçmeliyiz. Buda bizi sağlıklı kılar ve geleceğe dair kazanca götürür. Ümitsizlik ayrıca, bizi isteklerimizden uzaklaştırır ve soğutur. Planlarımızdan vazgeçeriz, özgüvenimiz sarsılır bu durumda. Çünkü yapmak istediğimizi gerçekleştirememişizdir, başarı seviyemiz düşmüştür.
Bizlerde diğer insanlar gibi olumsuz duyguları olumluya çevirme yeteneği ve iradesine sahibiz, buda bizim elimizdedir. Dilerim umut duygusunu tam olarak idrak eder ve eğer varsa hayatımızdaki tüm umutsuzluk hissiyatından kurtuluruz. Hepimize umut dolu sağlıklı günler.



Taciz


Taciz
Çocuk, genç, yaşlı; kadın veya erkek herkesin korkulu rüyası haline gelen taciz olaylarına dur diyebilmek neredeyse imkansız hale geldi. Hemen hemen her gün kulağımıza bir taciz olayı çalınıyor. Anneler çocuklarını özgürce sokağa salamıyor, kadınlar özgürce sokakta yürüyemiyor. Kıskaç altında kalmış gibiyiz. Çözümü de bulunamıyor. Bu insanlar çok sinsi ve kurnaz kimseye görünmeden işlerini becermeyi biliyorlar. Yakalananlarsa iyi hal arkasına sığınıp paçayı kurtarıyorlar çoğu zaman. Bazen de kurban rezil olurum korkusuyla veya saldırganın tehditleriyle susuyor. Bu gidişe dur diyecek bir şeyler yok mu?
Toplum olarak ahlaki sorumluluğumuzun bilincindeyiz ama kendimizi koruma ve hakkımızı savunma konusunda oldukça pasif durumdayız. Oysa bu çirkin saldırıların karşısında sesimizi çıkarıp çığlık atmasını başarmalıyız. Azınlık olan içimizdeki bu sapıkları talere etmesini başaracak bir yöntem bulmamız organize olmamız ve direnç göstermemiz şart.
Çocukluğunda, gençliğinde veya yetişkinliğinde saldırıya maruz kalan insanlar travmatik tipler haline gelip sağlıksız bir kişilik oluşturuyorlar ve hayata bakış açıları korku dolu hale geliyor. Bunu yapanlarsa yaptıkları normal bir şeymiş gibi ortalıkta dolaşıp tekrarı için fırsat kolluyorlar. Sanmayın ki bu sapıklar cahil ahlaksız kişiler arasından çıkıyor. Haberlerde görüyoruz duyuyoruz bir öğretmende sapık olabiliyor bir profesörde; cahilde sapık olabiliyor eğitimlisi de, köylüden de çıkıyor bunlar şehirliden de. Bazısı çok saygılı, kibar ve çok güvenilen biride olabiliyor. İnsanların çirkin dünyasının aynası oluyorlar bize.
Dedim ya toplum olarak ahlaki sorumluluğumuzun bilincindeyiz diye… Dindarız, sorumluluk sahibiyiz, ahlaklıyız ve çirkin saldırılara karşı yüreğimizde nefret taşıyoruz ama sadece o kadar. Haberlerde duyuyoruz susuyoruz, toplumda duyuyoruz susuyoruz. Duyarsızlaşmışız ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyoruz oysa toplumsal olarak tepkimizi göstermemiz gerekiyor. Bu sapıklara karşı mücadele eden kuruluşlara gidip bizimde bir şeyler yapabileceğimizi ve bu konuda bilinçlendirilmek istediğimizi söylemiyoruz.
Eğer toplumun dirliği düzeni ve ahlak yapısının devam etmesini istiyorsak bu sapıklara bir dur diyelim. Gelin sapıklarla mücadele eden kuruluşlarla iş birliği yapıp birleşelim. Toplumumuzu bu ahlaki dejenerasyona sürükleyen durumdan kurtaralım. Hep beraber el ele verelim.
Biz eğer bu gidişe bir dur demezsek… Yasalarımızı bu sapkınlığa karşı güçlendirmezsek kendini bilmez bu yaratıklar ülkemizde gün geçtikçe çoğalacak ve büyüyüp iyileşmeyen bir kanser haline gelecek. Bizler nasıl ki kendi yaşamımızda namusuna düşkün, ahlaklı ve temiz bir yaşam sürüyorsak bu saldırıya uğrayan insanlarda ahlaklı insanlar ve onlarında sağlıklı bir yaşam sürme hakları var. kendimize tanıdığımız hakları başkalarına da tanıyıp bu gidişata bir dur demesini bilmeli bu çirkin tacizlerin önüne geçmek için sesimizi çıkarmamız gerektiğini bir daha yineliyorum.
Tacizciler gerek hadımla, gerek idamla gerekse psikolojik tedaviyle durdurulmalı. İyi halden beraat etmemeli. Hak ettiği cezayı görmeli, toplumda deşifre edilmeli ve toplumdan tecrit edilmeli ki bir daha kimseye bulaşmasınlar. Eğer cezalar ağır olmazsa bu pislikler gittikçe çığ gibi büyüyecekler yukarıda da dediğim gibi tedavisi imkansız bir kanser halini alacaklar toplumda.
Yineliyorum ve hep yinelemekten söylemekten vazgeçmeyeceğim tepki verelim artık ve harekete geçelim. Biz bu sapıklara dur diyemezsek kim diyecek ve toplumumuzun ahlakını ve sağlığını nasıl koruyacağız. Umarım gereken tepkiyi gösteririz selam ile…

Şiddet


                                                             Şiddet
        Bizi biz yapan değerlerden çıkartıp farklı bir varlık haline gelmektir şiddet… İnsanlığımızın içinde şiddete düşkünlük yoktur aslında. Biz benliğimizi oluştururken yapı taşlarımızın arasına sızarak yer edinen bu olguyu büyütüp geliştiririz. Oysa bunu yenecek ve sağlıklı tepkilere sahip olacak irade gücüne sahibiz. Bunun yerine biz ne yapıyoruz hayatımızın her alanına sindiriyoruz şiddetin gücünü. Fiziksel veya psikolojik fark etmiyor, varlığı bizi esir ediyor kendisine. Gittikçede daha da bağlanıyoruz bu duyguya kurtulmaktan ziyade…
        Şiddetin yaşamımızı kapsamasının en büyük nedeni cahillik ama ciddi cahillik… Öyle ki mürekkep yalamışta aynı dertten mustarip parmak basanda. Süreklide besleniyor ama nasıl; ailede, sokakta, okulda, siyasette, sporda, ticarette kısacası her yerde. Buna bir son vermek neredeyse imkansız. Kurtulmak için çok ciddi teşebbüslerde bulunmamız gerekli.
        En önce şiddeti iç dünyamızdan çıkarmamız gerekli. Kendimize şiddet uygulamayı bırakmalıyız ki karşımızdakine yapmaktan kurtulalım… Ama yapamıyoruz ne yazık ki. Alkol gibi, sigara gibi, uyuşturucu gibi bağımlılık yapmış bünyemizde. Süreklide dıştan içten beslenen habis bir ur gibi sarmış her yanımızı. Oysa öğrendiğimiz şiddetin hiçbir faydası yok insana. Nasıl yapmalı ve ne kullanmalıda bu kıskaçtan kurtulmalı bizi yutmaya çalışan bu dişli canavardan kurtulmalı. İnsanları birbirine düşüren, kavga ettiren, baskı uygulatan bu durumdan nasıl kurtulabiliriz.
        İş çözüme gelince şöyle bir duraklıyor insan!.. Gerçekten ne yapmalı diye düşünüyorum. Bana kalırsa çözümü beklide gözümüzün önünde. Mesela şiddeti talere etmemizi sağlayacak psikologlar yetiştirsek ve her yerde bu konuda seminerler versek. Ortaokul, lise ve üniversitelere mecburi ders olarak da koysak şiddetten kurtulma derslerini… Bu ve benzeri birçok çözüm önerilebilir.
        Bense size daha değişik bir öneride bulunacağım. Ailelere, okullara ve toplumun diğer yönlerine tasavvuf eğitimi verelim. Neden tasavvuf çünkü tasavvuf nefsi(egoyu,psikolojiyi)terbiye eder ve huyu güzelleştirir. İçimizdeki şiddet sevgisini alır yerine gerçek sevgileri koyar. İnsan sevgisini, doğa sevgisini, hayvan sevgisini vb.. sevgilerin iç dünyamızda canlanmasına yardımcı olur ve şiddetin kökünü kazır. Sözde değil pratikte uygulayabileceğimiz güzellikler öğretir bize tasavvuf. Mevlana hz. leri bizleri sevgiye davet etmiyor mu bilgisiyle öyleyse bilgi sevgidir şiddet değil. Bu kadar şiddeti sevmemizin nedeni beklide sevgiyi tanımamamızdır ve ona düşmanlığımızdır; oysa düşman olan şiddettir ve bize, çevremize, ilişkilerimize, hayatımıza zarar vermektedir. Bunu da tasavvufla yenebiliriz. Gerçek sevgiyi tanıyarak şiddeti yenebiliriz. Gerçek sevgiyi içselleştirip şiddeti iç dünyamızdan çıkartabiliriz. Gayret etsek başarabiliriz gerçekten.
Düşmandan kurtulmak çaba ister. Dosta sahip çıkmakta çaba ister. Gelin biz dosta yani sevgiye sahip çıkıp düşmanı hayatımızdan çıkartalım. Biraz tasavvufla ilgilenelim ve bize getireceği güzellikleri görelim. Umudumuzu hiç yitirmeyelim bu konuda. Şiddeti yok edelim ve gönderelim uzay boşluğuna… Yaşamımızı güzelleştirelim ve gerçek sevgileri, güzellikleri besleyelim. Atalım şiddetin ağır yükünü sırtımızdan ve belimizi büken ağırlığından kurtulalım. Dostluk ve sevgi elini uzatalım birbirimize. Yeryüzünü cennet yapalım şimdimize ve geleceğimize…


Konuşma Sanatı


KONUŞMA SANATI
“Dilim seni dilim dilim dileyim, başıma geleni senden bileyim.”                        
Ne zaman kendimi, kullandığım bir kelimeden veya ifadeden dolayı rahatsız hissetsem; aklıma konuyla ilgili ya bir hikâye gelir veya bir atasözü. Bu atasözü de onlardan biri. Bana göre, konuşmak susmak ve yerine göre bunların zamanını doğru ayrımsayıp kullanabilmek sanatıdır. Hem sadece kendimizi ifade ettiğimiz kelimelerin, tek başına değil; beden dilimizle, jest, mimik ve ses tonumuzla da bir bütündür. Ve kelimelerimiz bir tarafa; kendimiz bir tarafa gitmemeliyiz.
Bundan dolayıdır ki konuşmak ve düzgün ifadeler yeterli değildir tek başına. Vücut dilimiz, ses tonumuz ve vurgularımız, duygusal anlam yüklemlerimizle, bütüncül bir şekilde kendimizi ifade ederiz. Örneğin: Aşktan bahsederken; bir asker edasıyla, ciddi yüz ifadesi takınıp, sert ve kesin tonlamalar yapmak; veya ilk yardım dersi verirken, gayri ciddi hareketlerle, mimiklerle, lakayt bir şekilde konuyu anlatmak amacına terstir ve farklı sonuçlar doğurabilir. Buda bizim için hiç doğru bir şey değildir. Kendimizi ifade ederken, duruşumuz, mimiklerimiz, tonlamamız, kullandığımız kelimelere en yakın dost olmalı ve dostlarımızla aramızı bozmamalıyız eğer bozacak olursak, sadece kelimelerle yaşamak zorunda kalırız ki buda bizim için olumlu bir şey değildir bana kalırsa.
Bununla beraber pek çok konuşma çeşidi var ve her biri ayrı bir özen gerektirir. Kendimizi, içinde yaşadığımız toplumda gerçekleştirmek adına… Selamlaşmadan, hatır sormaya; tanışmadan, taziyeye kadar, hepside kendi yapısının gerektirdiği ifadelerle, sözel anlatımımıza yansır. Bunlara, topluluk içinde gerek akademisyenlik düzeyindeki konferans, panel, sempozyum, forum gibi; gerekse halka açık konuşma durumlarında, izleyici veya konuşmacı olduğumuzda, daha profesyonel ve bilinçli hazırlanmaya ihtiyaç duyarız. Ve bu ihtiyaçlar bizi, daha iyi kendimizi sözel olarak ifade etmeye, kıyafetimizden, vücut dilimize kadar özenli, ortama uygun kıyafet giymek ve konuya uygun kelimeler seçmek ve doğru Türkçe ya da konuşacağımız dil hangisiyse, onu kullanmaya iter. Bu hem gireceğimiz topluma hem de kendimize karşı saygımızın göstergesidir.
Konuşmamızın özellikle dil vb… organlarımızın yaşamımızda kullanımının ne kadar önemli olduğuna dair yazılan hikâyelerle de bu durumu örneklendirmemiz mümkün, işte bunlardan bir örnek:
Hazreti Lokman hekim, yanında çömezi ile ava çıktı. Avdan dönerken bir kabile reisi Lokman Hekim’e bir gece misafiri olması için ısrar etti. Lokman Hekim’de kabul ederek o gece misafir kaldı. Kabile reisi, Lokman Hekim için bir koyun kestirdi. Lokman Hekim çömezine:
-kesilen hayvanın en temiz iki azasını kes bana getir, dedi.
Çömez gidip koyunun kalbini ve dilini kesti getirdi. Hazreti Lokman:
-Aferin bildin, dedi.
İkinci gün başka bir kabile reisi, Lokman Hekim’e bir gece de kendisinde misafir kalması ve evini şereflendirmesi için ısrar edince, Lokman Hekim onu da kırmayıp bir gece de onun evinde kaldı. Orada da ziyaret olarak bir koyun kestiler. Lokman Hekim çömezine bu defa da:
-Hayvanın bana en pis yerinden kes getir, dedi. Yarıdmcısı gene hayvanın kalbini ve dilini kesip önüne koydu. Lokman Hekim çömezine:
Aferin bunu da bildin, dedi. Hakikaten insanın en pis ve temiz yeri, kalbi ve lisanıdır, buyurdu.
Bu hikâyede, kıssadan hisse oldukça açıktır. Sözel ifadeler, kalbimizde taşıdıklarımızın bir yansımasıdır. Bu iki önemli uzva yüklediğimiz anlamlar, yaşamımızın her yüzünde bizi temsil eder. Ve konuşmanın sadece dışsal öğelerden; ses, kıyafet, jest ve mimiklerden daha fazla anlam içerdiğini ve bu anlamın doğrudan bizim duygusal ve düşünce yapımızla gerçekleştirdiğimizi de göstermektedir.
Konuşma sanatının sadece dile odaklı olmadığı anlaşılıyor açıkçası. En azından kendi bakış açımla ben böyle düşünüyorum. Kendimizi doğru ve düzgün şekilde ifade etmenin de özgüvenimizle, eğitimimizle, bakış açımızla ilişkili olduğu fazlasıyla aşikârdır. Bunun hatırlattığıysa daha sosyal kavrama yönlendirir bizi ve sosyalleşme çabasına; çünkü bizler, sadece bireysel yaşma sahip değiliz ve sadece kendimizle sorumlu değiliz; yaşadığımız topluma karşı görevlerimiz arasında vardır, kendimizi doğru ve sağlıklı şekilde ifade etmek…
Sözün özüne gelirsek, “Konuşma sanatı” aslında çok daha fazla detayıyla inceleyeceğimiz ayrıntı içerse de üzerinde durduklarım, en öncelikli olanlar. Kendimle beraber herkese tavsiyemdir; yaşamla bizi bire bir yüzleştiren, oldukça geniş kullanım alanına sahip ve içinde bulunduğumuz toplumda kendimizi gerçekleştirmede bize temel olan “Konuşma sanatına” biraz daha eğilerek üzerinde durmak ve düşünmek… Ve ne demiş şair, “konuşma” üzerine:
KONUŞMAK Kİ
Konuşmak ki,
Acınası yaşama bir panzehir olsun;

Konuşmak ki,
Bir yüzü güldürsün;
Bir acıyı dindirsin…

Konuşmak ki,
Sade duruşun, sesin rengi değil;
Gönlün, dildeki çalımı olsun…

Konuşmak ki,
Susmanın, gizli zehrine;
Kelimelerin gücüyle, ilaç olsun…

Konuşmak ki,
Gözdeki sevdanın;
Dildeki, şekeri olsun…
(F.Subay)


Kadın ve Şiddet


Kadın ve şiddet
Bizler çağdaş T.C. de yaşıyoruz… Siyasi sosyal pek çok hakkımız var. Atatürk bizim yaşamsal haklarımızı elimize almamız için gereken zemini sağladı. Seçilme hakkı, çalışma hakkı, hukuki haklarımız ve daha pek çoğu. Peki bu haklarımızdan yeterince yararlanabiliyor muyuz. Tabiî ki hayır neden çünkü ülkemizde henüz bilinç düzeyi gelişmemiş bir sosyal geleneksel alt yapı var. dikkat edin sosyal ve geleneksel diyorum. Dini yönden demiyorum çünkü dinin gerçek anlamda kadına tanıdığı hakları hemen hemen hepimiz biliyoruz ama bilmeyenler için ufak bir not geçeyim. Dinimizde kadına verilen haklara hiçbir yaptırımda rastlanmaz. Ana yani kadın her şeyden önce cennet ayakları altında olan çok değerli bir varlıktır. Peygamberimiz iyilik yapmada önceliği kadına vermiş ve veda hutbesinde erkeklere hitaben kadınlar size emanettir diye hitap etmiştir. Kadının varlığı ve insanlığı erkeğinki kadar değerli olduğu ve Allah katında sadece takva ile üstünlük olduğu belirtilmiş, cinsiyet ayrımı yapılmamıştır. Bu konuda daha çok şey söylense de burada bırakıyorum.
Günümüzde baktığımızda ise kadına verilen hakların toplumun çoğu kesimi tarafından bilinmediğini ve inanılmaz bir erkek hegemonyası altında yaşayan kadınların çoğunlukta olduğu görülmektedir. Bu hegemonya maddi manevi şiddete dönüşmekte ve toplumun her kesiminde görülmektedir. Bu şiddet gösterimi kültürel seviyedeki farklılıktan ileri gelmez. Yani eğitim düzeyi yüksek insanlar şiddet uygulamaz diye bir şey yok. Şiddet eğitimlisini-eğitimsizini de kapsamaktadır.
Kadın, öğretilmiş çaresizlik içinde yaşamına devam etmektedir çoğu zaman. Çünkü aşırı toplumsal baskı, gelenek ve görenekler kadının öğrenilmiş çaresizliği içinde tepkisiz kalmasına neden olmuştur gerçekte. Şiddet gösteren erkekse yapısına göre ya yaptığını marifet olarak görür ben erkeğim der ve alenen yapar veya toplum yani içinde bulunduğu çevre tarafından ayıplanacağını bildiği için şiddeti uyguladığı gibi bunu gizler ve şiddet uyguladığı kişinin üzerinde baskı uygulayarak da gizlemesini ister.
Uygulanan şiddet de çoğu zaman tek boyutlu değildir… Hem maddi hem de manevi olarak uygulanır: korkutur, başkalarının önünde aşağılar, aile veya akrabalarla görüşmeyi yasaklar, kadının istemediği yer ve biçimde zorla cinsel ilişkiye girer, kıskanıyorum adı altında sosyal medya hesaplarını kontrol eder, mesajlarını okur, telefonunu kurcalar, kadının kendisini terk etmesi olasılığına karşı kendisini öldürmekle tehdit eder veyahut başkasına zarar vereceğini söyler, parasına, telefonuna el koyar, çalışmasına engel olur, sosyal aktivitelerden ve kendini geliştirme olanağından mahrum bırakır, verdiği paranın her kuruşunu sorar… Ve daha bu yazdıklarımla beraber akıl almaz şiddet biçimleri uygular; döver, söver, yok sayar.
Bu şiddet uygulayan kişiler normal midir? Tabiî ki değildirler. Üstelik aldıkları akademik eğitim ve içinde oldukları aydın toplumda onların şiddetini engelleyemez. Bundan dolayıdır ki her kültür seviyesinde şiddet uygulayan insan görebileceğimiz gibi; her kültür seviyesinde şiddet gören kadın veya çocuk vardır.
Şiddetin yok edilmesi için, kadınların ve çocukların haklarını yaşayabilmeleri için toplumsal düzeyde bir şeyler yapmak farkındalık olgusuyla bilinçlendirmek gerekir. Şiddeti göreninde şiddeti uygulayanında hem psikolojik yönden tedavi edilmesi hem de şiddet gösteren için daha ciddi caydırıcı yasal yaptırımlar uygulanması gerekir. Günümüzde genelde yasalar yetersiz kalmakta şiddet uygulayanlar iyi halden serbest bırakılarak adeta şiddetlerini devam ettirmelerini istendiği bir duruma sokulmaktadır. Hem kendi yaşamlarını felce uğratırlar hem de şiddet uygulanan insanın hayatını çekilmez hale getirirler. Çünkü şiddet gösteren insanda mutsuz insandır ve şiddeti tek iletişim yolu olarak görmektedir.
 İşin uzmanları devletle işbirliği yaparak ciddi çalışmalar yapıp ülkeyi saran bu şiddet hastalığından kurtarmak için çaba göstermeliler. Bu konuda çabalayan kuruluşlar olsa da ülke genelinden yetersiz kalmaktadır. Umarım zaman içerisinde şiddet ve buna maruz kalanlar kurtarılır. Şiddetsiz sevgi dolu bir yaşam diliyorum.


Kuran ve Metafor


                                                      Kuran ve Metafor
Misa 34: “Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.”
Bu ayette açıkça belirtildiği gibi “kandını döğün” ibaresi yer alsa da önce bu ifadeye nasıl bakmamız gerektiğidir. Bazı kesimler Kuran’da “kadını döğün” ifadesini sadece yazıldığı gibi bakıp ne anlatmak istediğine bakmadıkları aşikardır. Kuran, yapısı ve indiriliş gayesiyle aslolan şiddete hizmet etmez. Şiddetide tavsiye etmez. Ama bu ayette ki bu ifade Kuran’ın sanki ruhuna ters düşüyormuş gibi görünse de aslında değildir.
Aile birliğini sağlamak için verilen öğütler aslında dönemin Arap yapısına uygun düşmektedir.çünkü dönmede sağlıklı bir aile yapısı yoktu ve kadın bir eşya gibi alınıp satılıyordu. Sürekli dövülüyor ve aşağılanıyordu. Şiddet kadının adeta yaşam şekli, erkekler için ise şiddeti uygulamak normaldi. Döneminde başka terbiye metodu bilmeyen erkeklere, şiddetin dozunu ayarlayıp “hafifce dövünüz” gibi bir müsaade verildi. Günümüzdeyse bu kelimeyi bir metafor olarak anlamak daha doğrudur çünkü döneminde ki aile sisteminin ve bütünlüğünü kollama yöntemleri günümüzden farklıdır. Oysa şimdi bizim bu dönemde anlamamız gereken burada ki ifadenin bir metafor olduğu ve bu metaforu doğrudan dayak olarak anlamlandırmak yerine; onları bir şekilde sarsın ki akıllarını başlarına alsınlar manasındadır.
Ayetin başındaki ifadeler açıktır; erkeğin aile sistemin de yeri ve konumu belirtilmiş ve kadının bu sisteme baş kaldırması halinde uygulanması gereken terbiye metodu açıklanmıştır. Burada kadına bir uygulama söz konusu değildir ve kadın, evlilik ve aile birliğine halel getirecek bir tavır takındığında erkeğin, kademe kademe yapması gerekenler belirtilmiştir. “dövün” diyerek de; kadını psikolojik olarak öyle sarsın ki yaptığı hatayı anlasın ve kendisine gelsin manasında metafor yapmak gerekmektedir.
Özellikle döneminde, kadın bir meta olarak görülürken ve eşleri tarafından hiçbir hakları verilmezken; İslamiyet, kadın haklarını getirmiş ve kadını da erkek gibi bir insan olarak inananlara tanıtmıştır. Kadın, o dönemde; diri diri toprağa gömülen, utanç kaynağı, kölelerden daha berbat yaşam tarzı olan, sefahat ve fuhuş içinde elden ele dolaşan, hiçbir insani ve hukuki hakkı olmayan bir varlıktı. Hatta varlık diye bile kabul edilmez bir nesne gözüyle bakılırdı. Sadece Arap yarımadasında değil Eski Yunanada, Çinde, Arabistanda vb.. tüm dünyada benzer bir durumdaydı.
Ama İslamın gelmesiyle bu durum zaman içerisinde değişti ve kadın hak ettiği “insan” konumunda kabul edilmeye başlandı; insan ve aynı zamanda bir kul… Zamanla kadın hakları gelişti ve günümüzdeki son halini aldı. Eğer bu ayetteki gibi “dövün” kelimesini doğrudan alacak olsak; peygamberimizin sünnetine aykırı bir şey yapmış oluruz. Çünkü ne peygamberimiz(sav) ne de sahabe kadınlarını dövmemişlerdi. Demek ki okuduğumuz her ayetin düz anlamını değil bazen de görünmeyen derin anlamlarını kavramak lazım gelmektedir. Eğer bu şekilde ayetleri dönemlerindeki sosyolojik ve psikolojik şekilde değerlendirip anlamaya çalışırsak Kuran’ın salt gerçeğine ulaşmamız daha sağlıklı olur…


Yalnızlık


YALNIZLIK
Tepeden aşağıya doğru kıvrılarak inen patikaya baktı önce. Sanki derin düşüncelere dalmıştı. Aniden harekete geçti ve patikadan aşağı inmeye başladı. Su, onu adeta çekiyor yanına çağırıyordu. Patika yoluna uzanmış dikenli sarmaşık tellerini eliyle dikensiz yerinden tutarak kenara çeke çeke dikkatle inerken birde türkü tutturdu içli içli. Sesi, kendisine yabancı geliyor olsa da devam etti… Ve evet nihayet yolun sonu; kumsala ayak basma zamanı, sandaletlerini çıkardı eline aldı. Ayağını bastığında yakmasına aldırmadan kumların üzerinde yürümeye başladı. Yavaşça yoluna devam etti, tüm dikkatini kumda yanan ayaklarına vermişti ama birden suyun sesiyle kendine geldi ve başını kaldırıp kıyıya vuran dalgalara baktı. Hemen sahil kenarında, kumlarda birisi oturmuştu. Arkası dönüktü kendisine ve saçları kısaydı. Ayağında şort üzerinde tşört görüyordu ama cinsiyetini belli eden hiçbir şey yoktu görünürde.
Birden içinin sıkıldığını hissetti, yalnız kalmak istemişti oysa. Bunca yıldır yaptığı gibi sadece birazcık yalnız kalmak istemişti sahilde… İçten içten şansına küsse de, yapmacık bir tebessüm yerleştirdi dudaklarının kenarına ve bu beklenmedik kişinin yanına doğru yürüdü. Nihayetinde o bozmuştu yalnızlığı ve bunun öcünü almak için oda onun yalnızlığını bozacaktı. Yavaşça ilerledi ve kıyısına bağdaş kurarak oturdu; “Merhaba.” Dedi, usulca… “Merhaba.” Dedi beriki ve oda usulca… Birden sanki yıllardır tanışıyormuş gibi kolunu ileri doğru uzattı ve “görüyor musun ufku? Tıpkı bizim gibi yalnız.” dedi beriki tekrar. Şaşrımıştı, nereden bilebilirdi ki yalnızlığını, bu kadar açık ve net biçimde bir çizgiyle bir kalmede anlatmıştı! Oysa kendisi ne kadar zorluk çekmişti “yalnızlık”ı netleştirmek için beyninin içinde, ruhunun derinliklerinde… Sadece yaşamıştı onu ama netleştirememişti kelimelerle.
Döndü, ruhundaki heyecanı sesine yansıtmamaya çalışarak, “Nereden biliyorsun ki?” diye sordu. Beriki cevapladı, “Anlamadın mı?” “Anlamadım.” Dedi. “Oysa ben ne kadar da net anlatmıştım bunu sana ilk kelimelerimle, öyle düşünmedin mi? Diye devam etti beriki. “Düşündüm, fakat sen bunu nasıl bilebilirsin ki?” “Bilirim ben, yapım bu. Aklından geçenleri okurum insanların.” Diye cevapladı beriki gene… “Ama nasıl, nesin ki sen bir ermiş mi yoksa?” deyince, bir kahkaha attı beriki, “Hah hay!! Anlamamış hala. Neyse zamanı gelince anlayacaksın nasıl olsa.” Dedi. Kurtulmak istedi ondan, yalnızlığını geri almak ve sakinleşmek istedi. Oysa o gitmiyordu yanından. Buna katlanabileceğini farketti, yeterki sesini çıkarmasın dı… Daldı dalgaların hırçın hırçın kumlarla dans edişine. Ve sonra aklına geldi, saatine baktı… “Hımm, ilaç vakti gelmiş.” Dedi kendi kendine yüksek sesle ve çantasından ilaç kutusunu ve pet suyunu çıkardı. Hapı ağzına attı, suyu yudum yudum geçirdi boğazından. Gözlerini kapadı, öyle biraz kaldı. “sessizlik.” Diye mırıldandı.
 Yalnız olmadığını yanında birisi olduğunu hatırladı birden ama başını çevirip baktığında “yalnızdı” başını sağa sola çevirdi, yok, gitmişti… “ne çabuk uzaklaştı.” Diye mırıldandı kendi kendine… Kim bilir? Onu getiren yalnızlığı götürense ilaçlarıydı…


  ŞİİR MASAL Derenin ötesinde inci tanem… Gözlerim arar ama bulamaz, Onsuz olduğumda nefesi sarar beni, Onunla olduğumdaysa heyecanı...