27 Mayıs 2024 Pazartesi

 

ŞİİR MASAL

Derenin ötesinde inci tanem…

Gözlerim arar ama bulamaz,

Onsuz olduğumda nefesi sarar beni,

Onunla olduğumdaysa heyecanı…

Aştı bu bir masal aşkı veya aşkın masalı,

Gelişigüzel bir deryadan bulutların üzerine çıkaran,

Sevginin ve ahengin iç içe olduğu, kimsenin anlamadığı,

İki kişilik bir dünya, öyle bir dünya ki masal ötesi gerçek ötesi bir gerçek…

Candı bu iki canın aynı bedende ruh bulması gibi bir şey,

Birbirisiz olamayan ama beraberde olamayan iki can…

İki körkütük aşk şarabından içmiş can,

İki inat, herkese inat aşka inat,

Derenin ötesinde inci tanem…

Elimi uzatsam o kadar yakın,

Ama hep benden kaçan,

Korkusunu bilirim yanında olursam büyü bozulacak ve

Dünyam yok olacak diye…

Ama değil aşk ellerde yaşanmaz,

Aşk başkasının teninde aranmaz…

Aşk korkutursa insanı aşktır,

Gücü yoksa zaten aşk değildir…

Ve aşk inci tanem…

Derenin ötesinde elini uzatsan alacak kadar yakın,

Ama ne zaman elini uzatacağına bağlı….

                                                                           FİRDEVS SUBAY

25 Mayıs 2024 Cumartesi

GEL KURTAR BENİ

 Seni anlattım mavilere

O gri bulutlar konuştu

Söndürecekmiş içimi


Toprak kokusu gibisin

Biraz rahatlatıyor

Biraz yakıyor


Göçmek istiyorum

Ne yazık ki insan kendini terk edemez

Sen=ben değil miydik

Nasıl oldu da sen terk ettin


Bu yolda beraber yürüyecektik

Çiçekli yol bizimki olacaktı

Ben o çiçek olmayı seçtim

Sen öz


Ben yerimde durup her gün seni bekliyorum

Seviyor sevmiyor olmadan önce

Gel kurtar beni

                                           SELİS TUTAR

23 Mayıs 2024 Perşembe

 GÖNLÜMÜN DERDİ

Ey gönlüm;

Dağları delen bir Ferhat mı isterdin?

Yoksa senin için çöllere düşen bir mecnun...

Ya da seni sonsuz merhametiyle saran

Yaradan'ına kul olmak mı?


İnsanız; belki de hepsini isteriz...

Ama ya birini seç deseler,

Ne isteriz ne isteriz...

                                                             Firdevs Subay

 RÜZGAR GİBİYİM

Kanatların altındaki 

Rüzgar gibiyim

Özgür ve ruhsuz...

Elime almışım sanki insanları

İstediğimde can yakacak kadar acımasız

Bazen de merhametime yakışacak kadar yaşatacak

Ben buyum işte

Bir rüzgar kadar dengesi.

                                                           SELİS TUTAR


İsimsiz şiir

 Soluğumsun çünkü

Senin için nefes alıyorum

İstediğin zaman bitirebilirsin

İstediğin zaman hayatta tutabilirsin


Solumsun çünkü

Orası senin yerin

Solumsun çünkü

Orda gitmen için

Oranın olmaması lazım

Oda imkansız sevdiğim


Sonumsun çünkü

Bir sigara kadar bağımlıyım

Kokuna

Solunum çünkü

Havada senin kokun yok artık


Sonumsun çünkü

Senle başlamasam da hayata

Yaşarken bile öldüren sensin

Sonumsun çünkü

Beni öldürmek sadece sana yeter...   

                                                              SELİS TUTAR

7 Mayıs 2024 Salı

 

AHLAKSAL DEJENERASYON

Günümüz Türkiye’sinde gözlemlediğim şeylerden biride ne yazık ki ahlaksal dejenerasyon. Gerek gençlerin arasında gerek yetişkinlerde artık ahlaki değerlerin fazla itibar görmediğini fark ettim. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Özellikle TV’deki güncel bazı programlar buna şahitlik ediyor. Bir örnek vermek gerekirse. Müge Anlı’nın programına çıkan bir beyefendinin derdi. On dokuz yaşındaki oğlu, ikinci eşiyle kaçmış. Ve adamcağız onların yanında olan kızı almak için gayret ediyordu. Onu o ahlaksal bozukluğun içinde bırakmak istemediğini söyleyerek, geri almak istediğini haykırıyordu.

Bu gidişin sonu nereye varacak bilemiyorum… bu nasıl bir ahlak ve vicdan anlayışıdır. On dokuz yaşındaki çocuğu aşk adı altında kandır ve gizlice kaç. Bir de utanma duyguları yok. Kendilerini; biz birbirimize âşık olduk diye savunuyorlar. Ne günlere kaldık. Bu dejenerasyon nereden kaynaklanıyor bilemiyorum. Aile içi terbiye eksikliği mi? Yoksa eğitim sistemindeki yetersizlik mi? Ya da toplumsal değerlerin medya yoluyla yozlaştırılması mı? Veya hepsi birlikte bir kumpas kurmuş olabilir topluma.

Ahlak; bir toplumun en değerli yapı taşıdır. Bundan dolayı yetkililerin en kısa zamanda bu yozlaşmaya, dejenerasyona bir çare bulmaları gerekli. Öncelikle aile içi terbiye düzeltilmeli ve bana kalırsa aileyi inceleme altına alarak, fertlerini yozlaşmadan korumak amaçlı birtakım seminerler veya eğitimler düzenlenmeli. Daha sonra TV’ler deki ahlakı yozlaştıran diziler, programlar terbiye edilmelidir. Medya; ailenin tarafına geçmeli ve gayri ahlaki senaryoları gündeme getirmemelidir. Çünkü gündem ne kadar bu senaryolarla meşgul edilirse o kadara insanlar bu konuya yönelir. Çocuk, genç veya yetişkin gördüğü dizileri, programları örnek alarak hareket etmektedir. Belki de insanlara medyayı nasıl kullanmaları gerektiği dersi de verilmeli.

Bu söylediklerim birdenbire olacak şeyler değil. Nasıl ki yozlaşma yavaş yavaş geldi; iyileşme de yavaş yavaş gelir eğer iyileştirme çalışması yapılırsa. Bizler insanız. Kusursuz değiliz. Tabi ki hata yapacağız ama değerlerimizi kaybetmek ve onları görmemezlikten gelmek bizi daha kötü durumlara düşürür. Bu yüzden bir an önce yetkililerin bu konularda çalışmaları başlatması gerekiyor.

Tabi bu arada din olgusu da var. Bizim dinimiz çok güzel bir din ve ahlakı en güzel yapılandıran bir olgu. Belki de diyanet işleri başkanlığı da bu iyileştirme çalışmalarına katılıp dejenerasyonun önüne geçmek için çabalamalıdır. Aslında bu durum biraz da dinden uzaklaştığımız için olmuş olabilir. Önceden insanlar dine daha bağlıydı ve ahlak daha düzgündü. Şimdiyse dinden uzaklaştıkça ahlakta yozlaştı maalesef. Dilerim kısa zamanda bu sorunlara bir çözüm bulunur ve ahlaki değerlerimize yeniden kavuşuruz. FİRDEVS SUBAY

 

 

                                         İŞÇİ VE EMEK BAYRAMINIZI KUTLARIM

 Geçen pazartesi, ülkenin gündemini işgal eden haberlerden birini yorumlamak adına kaleme alacağım denemenin konusunu bulmak için, gündeme dönüp bir bakma ihtiyacı hissettim.

Ahıvahı, derdi tasası bulunmayan memleketimin manşetlerinde maalesef dişime göre bir haber yakalayamadım.

_ Şike iddiaları, taraf tutan hakemi, bol küfürlü, kavgalı Futbol dünyası mı?  İlgim yok geç.

_Antalya Huzur evinde silahlı saldırı. Nedense pek şaşırmadım. Ne kadar kolay alıştırıldık. Geç.

_Enflasyon verileri, Emekli maaşları. Bu da yavan.

_Son yedi ayda yirmi yedi bin çoluk çocuk demeden öldüren İsrail’ le ticari ilişkiyi bitirme kararı.  Ben bayağıdır alışverişi bitirmiş olmama rağmen devlet büyüklerimin bu kararı yeni düşünmelerine biraz içerler gibi olsam da bu da değil.

Baktım ülkem güllük gülistanlık, bende geçen haftaya denk gelen 1 Mayıs İşçi ve emekçi bayramını anlatayım dedim naçizane. 1 Mayıs’ın neyinden bahsedeyim diye düşündüm. 

1 Mayıs kavramının ortaya çıkışının 1880’ler de küçücük çocuklar dahil olmak üzere, günde 14-15 saat çalışmak zorunda bırakılan insanların eliyle paralarına para katan zengin şirketlerin ve yancı siyasi gücün emrinde, haklarını arama mücadelesini anlatmayacağım.

Ya da MARX’IN ‘’ Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yoktur. Oysa kazanacakları bir dünya var. Dünyanın bütün işçileri birleşin.’’ Propagandasını kılavuz yapıp, insan sömürüsünün batağında boğulanları da anlatmayacağım.

1 Mayıs 1977 de Taksim meydanında öldürülen faili meçhul 37 canı da yüceltmeyeceğim.

Ülkemizde bu tarihin 1923’ten beri kutlanmasına ve ben 2009 da resmî tatil olarak kabul edilen bugünün 1 günlük bayram edasıyla salınmasına kafayı taktım. 

Yukarıdaki satır başlarını biraz düşündüğümde, İşçi ve emekçi sınıfına lütuftan öte gitmeyen bir gün olarak görmeme sebep oldu. 21. Yüz yıl kölelerine bayram kabul etsinler eğlensinler diyerek ihsan olarak gördükleri bir güncük.

En başından şunu söylemek gerektir ki; Kölelik ve kölecilik bitmemiş! Sadece farklı kılığa bürünmüş, varlığını daha acımasızca tarihten edindikleri bilgilerin kılavuzluğun da sürdürmektedir. Mısır’da piramitleri diken eller, 1880’nin firavunlarının fabrikalarında çoluk çocuk çalıştırılmış, aynı ellerle New York’un gökdelenlerini dikmişlerdir.  Tek fark geçmişte ölülere dikilen anıtlar, şimdinin dünyasında ebedi dünyaları adına dikiliyor. 

Afrika’ dan evcil hayvan gibi toplanan siyah derili insanların yerine bugün güneşin altında eken biçen veya maden aramak için yerin metrelerce altında kömürden, elmastan kararmış suratlara bırakmış durumda. 

On bin TL. maaşla geçinin denen emeklinin tabiri caiz ise iliğini kemiğini kurutmuş bir zümrenin, diktikleri sarayların içinde yaşamaları kölecilik değil de nedir?

 Aynı konuşan ağızlar zulme sesini çıkaran Amerika’da, Avrupa’da Üniversite ve sokaklardaki halkının ağzını kapattığı gibi, Filistinlilerin akrabalarının, kardeş saydıklarının kaygısız umursamaz bırakmadı mı?

 Bir söz vardır. ‘’Ağzına bir parmak bal sürmek’’ 1 MAYIS İŞÇİ VE EMEKÇİ BAYRAMI, Proletarya ağzıyla söyleyeceğim; ‘’ Çok uzatmayın. Yetinin. Bir gün bahşettik size.’’ Diyen burjuvanın sesi değil de nedir?

Her ne kadar kapitalizm kendine karşı yöneltilen her karşı duruşa, sırtını daha bir sağlama alan buluşlarla karşılık veriyor. Her yıl kutlanılan 8 Mart kadınlar gününün 1911 de New York’ta bulunan bir fabrika da ölen 123 kadının ölümüyle sonuçlanan yangının bir yansıması olduğu unutturulmuş. Reklam sektörünün devreye girişi ve kampanyalarla hakların kazanıldığı bu geçmişin mazlum halkların kanlarıyla yazdıkları tarihler, yeniden sermayenin cebini şişiren gelir kapılarına dönüştürülmüş…  Parayı ilah ilan edenler dünyanın sonunu getirene kadar durmayacağa benziyor. Ta ki kendi sonlarını kendileri getirene kadar. Unuttuğumuzu hatırlamaya her yeltenişimizde yapay zekanın oyuncaklarıyla unutturulduğumuz daha önce görülmemiş çağda var oluş sebebimizi dahi unutmuş durumdayız. 

  Hatırlatmakta yarar var.  1 Mayıs’ın önemi; hakların verilmeyip alındığının, işçi sınıfının ellerinin emeğine, baronlar kendi safi hisleriyle bahşetmiş olmadıklarıdır. Emekçi elde edebildiği pek çok hakkını çok bedeller ödeyerek elde etmiş. Evlerine götürebilecek kuru bir ekmeğin hatırına çekmeye zorlandıklarını, sömürülmelerine yeter dedikleri anda, bir günlüğüne bizde varız dedikleri bir günü ne yazık ki yine mücadele ederek elde etmeleri gerekmiştir. 

İçi boşaltılmış bayramlar, günler dünyanın her yerinde hâkim zümrelerin elini kuvvetlendiren, kendilerine yeni kar kapıları ürettikleri yeni icatlar halinde dönüştürülürken; eskinin piramitlerin, sarayların altında yatan köleler, bugün gök delenlerin, Plazaların, AVM’lerin altında olmasa da yanı başında sürünüyor. Bir günlüğüne avluya çıkarılan mahkûmun yürümeyi unutmuş adımlarına, ertesi gün benim cebim için tekrar koş diyen vicdansıza; insafının kuruması dileğiyle… 

 ÖZLEM DURMAZ İŞLEK

  

 

  ŞİİR MASAL Derenin ötesinde inci tanem… Gözlerim arar ama bulamaz, Onsuz olduğumda nefesi sarar beni, Onunla olduğumdaysa heyecanı...